RSS

Bu Kız Büyüyor

Duru'nun bloguna uzun zamandır bir şey yazmamışız. Blog durdu ama Duru durmadı, büyüdü. Büyüdüğünün en belirgin emaresi konuşması.

"Duru gidelim mi, yatalım mı beraber" diye soruyor dedesi, "yok ben yatmayacağım" diyor Duru.

"Çantada bizim lenslerimiz" var diyor, gözüne lens takıyormuş, hayali. Ruj sürmüş de dudaklarını şlap şlap parlatıyormuş. Fotoğrafik hafızası da gelişmiş. Birçok markayı logosundan tanıyor.

Dili döndüğünce kelimeleri çıkarmaya çalışıyor. Fena sayılmaz bu işte. Evde kendisiyle sürekli konuşulmasının faydaları olabilir bunlar.

Saçları uzadı. O bir kız çocuğu şimdi. Fotoğraflarda poz vermeye de başladı.

Renklerden haberdar. Onları biliyor, ayırt edebiliyor. Elbette taba, haki, füme ve fuşyada sorunlarımız var, ama olsun. Temel renkleri biliyor. Kahverengiyi biliyor mesela, moru da. Renkleri saydırdık şimdi, Nazo'nun piyamasının düğmelerinde yedi-sekiz farklı renk var. Gri haricinde hepsini bildi. Biz de teşekkür ettik, "bir şey değil" dedi.

Şu tuvalet mevzuu hala ortada. Tuvalet alışkanlığı edindiremedik. Konuşarak anlaşmaya, ikna etmeye çalıştık. Hiç korkutmadık, bağırmadık. Bu zamana kadar evreleri hep kendisi geçti, sanki zamanı gelen her şey kendiliğinden oldu. Demek ki bunun daha zamanı gelmemiş diyoruz. Bir iki gün önce de, artık kakasını, çişini tuvalete yapması gerektiği şeklinde hiç bir konuşma yapmamaya karar verdik. Her şeyden ama her şey şeyden haberi var. İyi bir gözlemci. Evde kendisinden başka herkesin o tuvalette neden zaman geçirdiğini, içeride ne yaptığını biliyor. Ama kendisinin tuvalete girmeye pek niyeti yok. Yine de ördeğe oturttuğumuzda çişini yapıyor, kakasını yapmaya çalışır gibi de ıkınma sesi çıkarıyor. Bu teatral gösteri ne kadar uzun sürerse sürsün, çıkan bir şey yok. Biraz çiş, o kadar. Bu da bir şeydir, hiç yoktan iyidir.

Bir diğer sıkıntı ise uyumada. Uykuya annesiyle gitmek konusunda ısrarlı. Uyku çökünce huysuzluk artıyor. Ama çok da değil, tatlılığından bir şey yitirmiyor. Ben götüreyim diyorum, konuşuyorum, ikna etmeye çalışıyorum. Tek cevap: Annem götürsün. Başka bir laf alamadım geçelerde ağzından.

Duru ile yaşam keyifli. "Fotoğraf çekilmeyi çok seviyorum". Laflar muhtelif, şaşırtıcı, komik. "Ne okuyosun baba? Anne, annneee." Sesi neşeli, kendi neşeli. Hayat dolu bu çocuk. Allahım nazarlardan saklasın. Bize bağışlasın...

Çıkan Kısmın Özeti - 3

benim bir arkadaşım var, benim bir ara çok kızdığım. ama ben bazen herkese ve her şeye çok kızıyormuşum. bunu çok yakınımdaki insanlar söyleyince inanasım geliyor ve gelmiyor. nasıl inandıracağım onlara aslında çok kızmadığımı, kızıyor gibi göründüğüm anlarda aslında daha kızmalarımın başında olduğumu. ağzımı açtığım anda artık beni yaftaladığınız o kızgın adam referansı ile bana baktığınızı size nasıl ispatlayacağım? kaçıp saklandığım bu kovukta bulabilecek misiniz beni? çok hızlı ve zigzaglar çizerek kaçarsam önyargılı nazarınızdan kurtulabilir miyim? ben sükuneti ve barışı devam ettirebilecek hasletlerim var sanıyorum. umarım gerçekten vardır böyle özelliklerim. konu nereye geldi böyle?

benim bir arkadaşım var, yukarda bahsetmeye niyetlendiğim. ben bu arkadaşımın benim için ne anlama geldiğini -evet bir insan bazen bir anlama gelebilir, üzücü olsa bile, keyifli olsa bile- düşündüm. bu insanı seviyorum. o da beni seviyor. birbirimizde bir şey görüyor olma ihtimalimiz yüksek. başka insanlarla olan ilişkimizde göremediğimiz bir şey. ikimize özel bir şey, belki de bir şeyler...

ikimizin de eşleri var. biz konuşmaya başlayınca bazen anlamıyorlar, yakalayamıyorlar. imgeler, tümceler uçuşuyor. dokuz sene önce bir duvara sırtımızı verip elimizde köpükten mamul çay bardaklarıyla kestiğimiz ahkamların beyin kıvrımlarımızda yolculuk eden elektrik akımlarının aynı anda ve aynı noktada çakmasıyla ortaya çıkmasını anlayamıyorlar. bu bilinmezlik ve gizem bana haz veriyor. bize ortak/özgü bir dil çıktı ortaya. o dil üzerinden konuşuyoruz bazen. doğadaki seslerin dile dönmesi gibi, bazen konuşulan şeyler de doğaya geri karışıyor. paragrafsız, cümlesiz, dilsiz iletişime dönüyoruz yeniden.

birbirini yıllar önce kaybetmiş iki kardeş gibiyiz... yok, değiliz. kardeşler sıkıntılı. ayrı insanlar, biz de öyle ama kardeşler ayrılık konusunda radikal. kavgalı bir ayrılık, aykırılık, üstlük, üstünlük havası var aynı çatı altında. sevgi; yoğun, ama koşullandırılmış mı bu sevgi? karşılıksız mı? kardeş kardeşi nasıl ve neden sever? neden sevmeli? doğar doğmaz rekabete giriştiğin bir nesne değil midir? iki farklı şey her gün ve her an sürekli başka hangi kurumda birbiriyle karşılaştırılır ki, aileden başka. biri öyle, öbürü böyle, o onun gibi olmadı, bunun bunla sorunu vardı... kardeşler sıkıntılı. habil ile kabili anlamak gerek, hikayenin başında onlar da varsa, onlar böyle davrandıysa, bugün aynı şekilde davrananlara kızmamak gerek. kardeşlik sıkıntılı bir kurum. aynı acıları çekmiş olmak gerekli, aynı mücadelede yer almak, beraber saf tutmak gerekli belki, kardeşi sevebilmek için. ya da öğretilen bir şey bu, koşullandırmak demiştim. ya da gizemli bir kod var genlerde, ya da bir koku salgılıyoruz habersizce, kardeşimizi seviyoruz böylece; ama kimyasal, ama uhrevi...

kardeş gibi değilim ben arkadaşımla. arkadaş kelimesi de sıkıntılı. arka çıkan kişi. arkanı verebildiğin, arkadan vurmayacağını bildiğin. ama ironik olarak, arkanı da rahatça dönebildiğin, yüz çevirmek anlamında. kardeşine dönemezsin mesela, dostum dediğine de. yılların biriktirdiği acı tatlı anların, anıların alüvyonunda bir bereket yatar elbette. zorlu doğa koşularında bu mümbit araziye ihtiyacımız var, hayatımızı ekip biçebilmek, karnımızı ve ruhumuzu doyurabilmek için. dostların yeri önemli; arkadaş kadar uçarı ve dış kapının mandalı gibi değil. ya da kardeş gibi kesif ve yanan ocak üzerinde unutulmuş, korlaşmış ama tutulması gereken tencerenin sapı gibi de değil. dosta vefa gerek, vefa önemli.

bu durumda, benim bir dostum var. bu dostumun özellikleri saymakla bitmez. kendimizin hamurunu kendimiz yoğururken, ellerimiz bazen kazayla bazen bilerek diğerinin teknesine de karıştı. herkes hamur malzemesini evinden getirmişti, burada yoğurmaya başladık. dedim ya ellerimiz hamurlu, gözümüz başka teknelerde. biraz ondan biraz bundan derken, yukarıda söylemiştim ya, duvar diplerinde, koridorlarda, çok kar yağan senelerde, hiç yağmur yağmayan mevsimlerde birbirimizi dinledik, birbirimize anlattık. kulaklar duydu, akıl yazdı. sevmeseydik, dinlemezdik, söylemezdik. demek ki birbirimize bir tını sunmuşuz, hoşumuza gitmiş. gerisini getirmişiz...

bu benim dostum aslında benim yapmak istediğim şeyleri -aslında net bir şekilde adını koyamadığım için yapmak istediklerimi, onları hiç yapamadım. mantıklı, mantıklı...- yapan bir insan. benim rahatlıklarım onda fazla olmadığından kendisi daha çok mücadele etmeliydi. benim ve kendisinin de yaşamayı düşünmediğimiz yerlerde yaşaması gerekliydi. daha az para kazanmayı önemsememesi gerekliydi. ben daha fazla para kazanmak istiyordum, sanırım hala istiyorum. velhasılı, dostum, aslında bana da oldukça yakışacağını düşündüğüm bir mesleği icra ediyor, edecek. belki de "işte benim yapmak istediğim iş bu!" diyemediğim ama yakıştırma skalasında en çok benzemek istediğim işi yapacak.

benim dostum, şunu diyebiliyor: geçtiğimiz günlede bir iki kitap okudum, bir iki yazı yazdım dergilere vs... bunlara gıpta ile bakıyorum. benim yıllar önce kaybolmuş bir kısmım var, bu dostum o kısmımı bulmuş, yetiştirmiş, adam etmiş. bana da gururla onlara bakmak kalmış. ayrıca bu dostum bazen öyle şeyler yapıyor ki, bana sanki "bak bunların gerçeğe dönüşmesinde senin de payın var, işte şu sözcükler senin ettiklerin, duvarın dibinde, çimlerin üzerinde, lacivert tişörtünün içinde. o yüzden al, bu kızaran mayhoş yayla elmasından sen de bir ısırık al. senin de payın var bu elmada, ağaçta, bu bereketli topraklarda. sen usul usul akarak getirdin kendinden ne varsa, ondandır biraz da bu toprağın alüvyonu da bereketi de..." diyor.

dostum, benim kaybolmuş yanım. bende de onun kaybolmuş yanları vardır mutlaka. kaybetiğimiz her ne ise bazen güneşli günlerin en sıcağında, birbirimizin yüzüne bakarken ama seçemezken baktığımız şeyleri, birbirimizin yüzünde kendi yüzlerimizi görmemiz ondandır.

Gidiyorum Kızım

Gidiyorum

Antalyaya gidiyorum. Demirsporun maçına... "Bu yaşa geldin de, nedir bu halin baba" deme. Belli ki bir şeylerin değişmesi çok zor. İçin istemez, kenarların bırakmaz. Ayağına yapışır geçmişin sakızı, birilerine verdiğin ölümüne tutmaya yemin ettiğin bir söz gibidir. Ayrılamazsın ne sakızdan, ne verdiğin sözlerden...

Bu yüzden gidiyorum.
Ne verdiğim sözlerden döndüm, ne de önümden geçip giden trenlerin ardından bakakaldım...

Eğer gidecekse o tren, içinde ben de olmalıyım kızım. Her nereye gidiyorsa...

Ben de gitmeliyim kızım...

Uyumiyom, kalkamiyom

Duru büyüdü, 18. ayını doldurdu. Konuşmaya başladı, ama ne konuşma. Geveze bir insan olacağının sinyallerini verdi. Bu sabah bizim odanın kapısına geldiğinde annesine "anne kalk, saat 12" dedi mesela. Bazı kalıpları ezberliyor. Elbette kesik kesik konuşuyor, daha tam gürül gürül değil. Bir kaç aya kadar daha da ustalaşacak. "Kalkamiyom", "uyumiyom", "canım", "takkım (tatlım)", "bitanem" gibi şahane kelimeler portföyümüzde şimdiden... Geçtiğimiz hafta ilk defa kakasını çanağının içine yaptı. Daha önce çişini yapıyordu ama kaka bir ilk. Bezden kurtulmak için ilk adımı attık böylece...

gece uykusu seansımız...

saat 22:30 - 23:00 civarında duru hanımın küçük dudaklarını büzerek ve dışarıya biraz tükürük sıçratarak süt - cüt - düt benzeri bir kelimeyi gözümün içerisine bakarak söyleyip mızıldanmaya başlaması ile başlıyor gece uykusu serüvenimiz. hemen biberonumuza sütümüzü hazırlayarak koşarak duru hanıma veriyoruz. biberondaki süt bitmeye yaklaştığında ise stres başlıyor, çünkü duru'yu en az miktarda ağlatarak yani en hızlı şekilde hareket ederek ikinci biberon sütü yetiştirmemiz gerekiyor, ikinci bieronu veriyoruz, bu biberon da bitince kuzum başlıyor kafasını bir yerlere dayamaya. işte bu kafa hareketleri kuvvetli uyku emeraleri. uykumuz açılmadan hemmen duru hanımı kucağımıza alıp odasına gidiyoruz. lambayı kapatarak kuzumuzun uykuya dalmasına yardımcı olmak için ninni söylemeye başlıyoruz. ninni seansı bazen 4-5 seferden ibaret oluyor bazen ise çok çok dakikalar boyunca tekrarı gerektiriyor. hatta bazen o kadar uzuyor ki insanın içi sıkılıyor aynı şeyleri tekrarlamaktan, şarkı ya da türkü söylemeye başlıyoruz. mesela dün gece hanımefendi resmen direndi uykuya, dalmak üzereyken tek tek aile üyelerini saymaya bile başladı (anne, baba, deda, babanne, o'man dede, dede, emmii, annane diye) ve o esnada aklıma gelen şarkı, türkü, ninni vs hepsini söyledim. ancak bu akşamki uyku seansımızda yaşadıklarımıza şaşkınlığımı hala üzerimden atamadım. her zamanki gibi kuzum sütünü içti, kafasını dizime koydu, annecim uyuyalım mı dedim kollarını kaldırıp kucağıma geldi. odasına çıktık, ışığı kapattık ve ninni söylemeye başladım sadece "dandini dandini dasdana" kısmını söyledim kuzum "dadag" diyerek yatağı gösterdi, sustum, yatağa yatırdım, "ööğtü" dedi üzerini örttüm, uyudu. evet uyudu, söyleyince yine çok şaşırdım bak, hemencik uyudu kuzum. hadi artık ben de uyuyayım, darısı diğer gecelerde de aynı şekilde uyumaya diyerek, şimdilik iyi geceler...

15 Ay Bitti - Sayılar... Sayılar...

16. ay başlıyor bugün. Şu sıra uzun dönem askerlik onbeş ay mesela. Duru hayat yolunda bir askerlik süresini bitirdi. Üniversite mezunu olsa, izin de kulanmasa beş ay bir hafta yapacaktı ama daha ana okuluna bile gitmediği için onbeş ay yaptırdık ona.

Daha yeni uyandım, uyandık. Kafam bir milyon. Dün de Milli Piyango yılbaşı özel çekilişi vardı. Büyük ikramiye otuz beş milyon liraydı. O kadar para dörde bölündü. Büyük ikramiye çıkan tüm biletler satılmış, üçü İstanbul'a biri Adana'ya. Para peşimizde resmen, bir gün denk geleceğiz, mutlak...

Duru sen neler yapıyorsun?

Yürüyor, koşuyorsun, konuşuyorsun. İnsanları tanıyorsun. Anne, baba gibi isimlerin haricinde özel isimleri ile bu isimleri eşleştirebiliyorsun. "Nazo kim?" deyince annene, "Mustafa kim?" deyince bana bakıyorsun mesela. Bakıp gülüyorsun, tüm dişlerini göstererek.

Babaanneni, Osman dedeni, Kemal emmini çok nadir görsen de hatırlıyorsun. "Kemal kim?" deyince "emmiiii!"yi yapıştırıyorsun.

Özge teyzenin yeni doğmuş bebeği Bade'yi bir kere görmene rağmen "Bade kim?" deyince "bebeee" deyip, iki elini avuçları yukarı gelecek şekilde birleştirip, küçücük işareti yapıyorsun.

Anneannen senin çok zeki olduğunu söylüyor, hatta yaşına göre biraz fazla. Ben abartmayalım diyorum. Ebeveynlere göre çocukları hep ileri zekalıdır ya. Belki de ihtiyatlı olmak iyidir, belki de potansiyelini görmezden geliyorum. Sen zeki bir kızsın, bu su götürmez bir gerçek. Yine de deha olup olmadığına karar vermek için biraz erken.

Deha olmanın çok da iyi bir tarafı yok, diğer taraftan. Getirisi var, götürüsü var...

Her ne olursan ol, biz seni çok sevdik Duru. Öyle görünüyor ki, sevmeye devam edeceğiz. Hem de bu sevgimiz her gün daha da artacak. Umarım bu sevgiden dolayı aklımızı yitirmeyiz kızım...