RSS

Samsun'dasın


Sevgili kızım Duru,

Dünya üzerindeki günlerin başladığından beri ilk defa Samsun'a geliyorsun. Burasının benim için önemi büyük, artık senin için de öyle olacaktır, eminim. Burası benim anne tarafımın memleketi. Yani kendini Adanalı olarak takdim eden babanın bir memleketi de burası kızım. Gerçi sohbetlerde adı sıkça geçer anneannemin, teyzemin, eniştemin, kuzenlerimin adları. Güya beni evlendirecek olan ama bunun gerçekleşmesinden on üç sene önce aramızdan ayrılan dedemin hatıraları...

Dünya üzerinde seni her daim açık kollarla, karşılıksız, içten ve sonsuz sevebilecek insanların olduğu bir yerdesin kızım. Bir bakıma evet, evindesin...

Samsun'dasın...

Boğsak'tan İnciler

Aktarmazsam olmaz.

"Biz insanlığımızı yaptık, sıra balıklarda" - Osman Uçar : Denize saldığımız balık sepetine koyduğumuz ekmekler ve sepeti salarken harcadığımız efora istinaden. Boş çektiğimiz sepetlerden sonra balıkların insanlıktan anlamadığına hükmettik.

"Asil olun biraz, bakın ben ne kadar asilim" - Sabriye Uçar : Dağıtılması için topladığı okey taşlarını ıstakası vasıtasıyla ileri süren sevgili annem, taşları dağıtan kişiye yardım amaçlı bu hareketinin bir asalet örneği olduğunu iddia ediyor. Akabinde benim "arkadaş, sanki İngiliz kraliyet ailesi boş zamanlarında okey oynuyor da bu işin de bir asalet düzeyi varmış yav!" deyişim asalet tartışmasını ters yüz etse de anemin bu lafından sonra herkes taşlarını ileri sürmeye başladı. Asil aileymişiz vesselam.

"Vikingler!" : Boğsak koyuna gelen tur tekneleri. Bunlardan bir tanesi koya girerken koyda restaurantı olan Apo'ya selam çakmayı hiç ihmal etmiyor: Günde bir defa mehter marşımız garanti.

"Hızlı Osman bu!" - Şükran abla : Boğsak köyünün yerlisi Şükran ablanın bizim balık sepetine giren talihsiz balıklardan birisinin cinsi hakındaki yorumu. Babamın adının da Osman olması talihsizliği bizi çok güldürdü elbette. Şükran abla da utançtan kıpkırmızı oldu. İyi gene sadece "hızlı" dedi. Ya balığın daha küfürlü bir adı olsaydı. Keşke olsaydı, daha çok gülerdik. İşin başka bir komik tarafı da beş on dakika sonra Şükran abla balığı yanlış balığa benzettiğini, balığın Hızlı Osman değil de "doktor" balığı olduğunu söyledi. Ortalığı boş yere velveleye vermişiz meğer. Ben yine de balığın doktor balığı olduğunun anlaşıldığı anda komuşumuz Berksoy beyin orada olmasını isterdim, zira kendisi iyi bir onkologdur. Şükran abla da devirdiği çamların arasına bir tomruk daha eklemiş olurdu, olmadı, olamadı.

Ankara'dayız, Yine Yeniden

Tatil bitti, şimdilik. Yeniden iş başı yaptık.

Günebakanların boynu büküldü, güneş kayboldu, trenler gitti (ne zaman!), tekneler limanlara çekildi...

Beni sevmediğini düşündüğüm insanların sayısı nasıl da artıyor... Onları sevmediğimi düşünenlerin sayısı da artıyor olabilir, küçük bir ihtimalle.

Sayılar büyüyor, içimden saymaya devam ediyorum...
Acılar büyüyor, sayıp sövmeye devam ediyorum...
Burnumun ucunu görebiliyorum artık, yeteri kadar büyümüş olmalı ki, dün saydıklarıma bugün sövüyorum...

Belli ki;
Birileri büyümüş, birileri küçülmüş...

Denizle İkinci Temas

Pazar ve pazartesiyi tadı tuzu olmaksızın, hafif yüksek ateşle geçiren Duru, bugün itibariyle kendine gelmeye başladı. Biz de bundan istifade edip kendisini bir kez daha denize getirdik. Birinci gelişimizi videoya kaydetmiştik. Bu sefer bir kaç foto ile durumumuzu izah edelim dedik.

Buyrun Duru hanımın denizle ikinci temasına...


Anne, dede ve babaanne önden denize girdiler. Baba ile zaman geçiriliyor şu anda...


Ve denize girildi, ama o da ne! Vikingler ellerinde makarnaları olduğu halde kareye girdiler. "Az geri durun Vikingler!" dediysem de dilimi bilmedikleri için beni anlamadılar. Bir de sürekli gülüyorlardı, nedendir bilemedim...



İşte Duru hanım... Botunun üzerinde denizin tadını çıkarıyor. Hiç de korkmuşa benzemiyor...


Aile saadeti -1...


Dede - Torun...

Aile saadeti -2

Ve bu güzel dakikaların sonuna gelmiştik artık. Darısı diğer günlerimize olsun...

Nerelerdeyiz?

Denizdeyiz, Boğsak / Taşucu'ndayız bu hafta.

Cumartesi sabah buraya gelmiştik, ilk gün neşeli geçti. Duru ilk kez denizle tanıştı. Sıcak bir karşılaşma oldu, bizimkisi denizi pek yadırgamadı. Eğlendi bile denebilir.

Yalnız bugün (pazar) işler tersine döndü. Durucuk kaç derece sıcaklığa geldiğinin farkına vardı. Huysuzlaştı, ağlamaklı oldu. Dünkü neşesinden eser yok şu an. Daha kötü olmasın diye çabalıyoruz. Aslında aksilikler dünden başlamıştı; pamukcuk çıkardı Duru hanım. Herhangi bir tedavi uygulamıyoruz, ama takipteyiz.

Şunu anladım; bebek sahibi olarak, bir baba olarak şu saatten sonra mesaimin %90'ını Duru için harcamalıyım. Bu hem Duru için hem de annesi için gerekli. Bunu "ne kadar yüce bir babasın, Mustaali!" deyin diye söylemiyorum. İşin içinde dev çelişkiler, sinirler-stresler olmasına, mevzubahis Duru olsa da onu boğazlama noktasına gelmeme rağmen yine de gönüllü olarak eğer bebeğimin peşinde koşuyorsam, bir dakika... bu olay gerçekten akıl ve mantıkla izahı zor bir olay olsa gerek.

Çok şükür aklımdan çok duygularımla hareket eden biriyim. Hiç akıl yok ki efendim...

Vikingler... Vikingler...

Bunun arkasına gelecek, viking ile kafiyeli bir kelime bulsam şu an Boğsak koyu açıklarından geçen tur teknelerine ithafen bir dörtlük kaleme alacaktım. Lakin Türkçemizde -ing ile biten sözcük pek yok. Kaldı ki bir tane bulmam da yetmeyebilir, adı üstünde dörtlük yazacağım. Üçüncü mısraı sallayalım ama illa son mısranın vurucu bitmesi şart olduğundan, bana biri güzelinden olmak üzere iki adet -ing ile biten sözcük lazım.

Geç kaldım, tur tekneleri gitti. Öğleden sonra gelecekler tekrardan...

Durmak Üzere

Ama ayakları üzerinde. Kimseden destek almadan. Durup tükenmek değil, tam tersine bitmeyecek bir koşuşturmanın ilk adımını atmak üzere.

Şimdilik bir kaç saniye sürüyor durması. Az sonra hem ayakta kalma süresi artacak hem de durduğu yerde durmayacak....