RSS

Diş Hediği


Salı günü Duru'nun dişlerinin çıkması şerefine diş hediği yapılacak. Haşlanmış buğdayın şekerle servisi olan bu hedik aslında bir gelenekten başka bir şey değil. Hem Duru'nun dişlerini kutlayacak hem de geleceğe dair bir fal bakılacak. İşin eğlenceli tarafı da burası sanırım.


Geleneğe göre aile üyelerinin mesleklerini simgeleyen nesneler çocuğun önüne konulacak, çocuk hangisine hamle yaparsa büyüyünce o mesleği seçecek-miş. Bilimsel temeli var mıdır, sanmıyorum ama tahminim Duru'nun normal olarak en renkli ve cafcaflı nesneyi seçeği yönünde. Bu durumda hak geçmemesi adına nesnelerin aynı sönüklük düzeyinde olması gerekli.


Şöyle bir aile üyesi, meslek, nesne listesi yapalım.

Annesi Nazife, avukat, kanun kitabı.
Babası Mustafa, mali işler uzmanı, hesap makinası.
Anneannesi Sabriye ve dedesi Selahattin, öğretmen, kalem.
Babaannesi Sabriye, PTT memuru, telefon.
Dedesi Osman, bankacı, para.
Teyzesi Seda, doktor, steteskop.
Amcası Kemal, oyuncu, ?

Kemal efendi için nesne bulamadık. Kendisini aramak hatasına düştük. Önce kuru kafa dedi, "olmak ya da olmamak"a göndermede bulunarak. Onu nasıl buluruz falan deyince de, ikinci bir ihtimal olarak şaka oyuncaklarından "kaka" olsun dedi. Sanki onu daha rahat bulabilirmişiz gibi. Bana Kemal adına ne koyarsak koyalım Duru ona yönelecekmiş gibi geliyor. Kemal'in şeytan tüyü her şekilde koyacağımız nesneye sirayet edecektir.

Salı günü, akşam yemeğinden sonra anneannelerdeyiz. Hedik yemek isteyenleri, kendi mesleği ile ilgili nesneleri ile birlikte katılmak isteyenleri bekleriz efendim...

Piknik!

Hava çok ama çok güzeldi dün. 24 nisan 2010, Duru'nun ilk Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı'nın ertesi günü. Memleketin ve dünyanın her yerinde eziyet gören çocukları düşünüp gününü ıskalamadı Duru. Herkes için üzülmenin kendisi için bir fayda getirmediğini bilmesi gerekli. İnsan öncelikle kendini düşünmeli, güzel havaların tadını çıkarmalı, koşup oynamalı... Kimse için kendini harap etmemeli, çünkü insanın kendisi olmazsa başka kimsenin önemi yok, kimse için kendisini kaybetmeye gerek yok. İnsanlar kendilerine duyulan sevgiyi yok saymayı iyi biliyorlar. Sevmek - üzülmek, çok iç içe geçmiş şeyler bunlar...

Bu ağır düşünceler çok yormuş olmalı ki Duru'yu, piknik yolunda, daha arabada uykuya dalıverdi.




Gölbaşı'ndaki piknik alanına vardık. Açık hava ile ilk temaslar sağlanıyor. Annesi oryantasyon turlarında...

Arabasından etrafı seyretmeye başladı bile. Etrafta o kadar çok çocuk var ki, doyasıya oynayan, koşuşturan... Bizimkisi gün saymaya başladı iki ayağının üzerine durmak için.

Resimde görünmeyen iki kişi var. Birisi ben; ateş yakmakla meşgulüm. Diğeri Seda, görevlerinden birisi fotoğraf çekmek, diğeri boşalan bardakları şalgam, kola ve su ile doldurmak. Fotoğraf işine daha hakimdi diyebilirim yeni kankam için. Haftaya saçlarımızı boyatıp, sinema sinema gezeceğiz, sonraki hafta da beraber halı saha maçı yapacağız. Bu iş çok yürümeyeceğe benziyor şimdiden...

Çiftler yıllar içinde birbirlerine benzerlermiş ya. Hem cismen hem fikren olsa gerek. Farkında olmadan bir örnek giyinmişiz Nazife ile. Benzerliği farkedince evlenme ve çocuk sahibi olma konularında mutabakata vardık. Yaza düğünümüz var...

Annem Zerrin Özer'in gençliğini andırmamış mı? Onun da elinde telefon, güzel bir kare yakalamak için fırsat kolluyor. Sonra da çekiği resimleri telefonunun masa üstü olarak ayarlıyor. Fena pozlar da yakalamıyor hani...

Yeni kankam Seda. Mamak-Gülveren-Saimekadın muhitindendir kendisi. Bizim mahalleler yani. Bir gün biz de taşınırız be kanka. Belli mi olur? Belki İncesu, belki de İncek...

Pikniğin birbirleri ve çevre ile en uyumlu çiftini gururla sunarım efendim. Dede & torun...





Açık hava insanı acıktırıyor. Duru hanım her ne kadar biraz pütürlü olsa ve yemekte zorlansa da ezilmiş limonlu elmasını mideye indiriyor.

Yedik, içtik, güldük, eğlendik... Bir pikniğin daha sonuna geldik. Güneş batmaya döndüğünden Duru pelerinini giydi. Ayaklara da battaniye sarıldı. Henüz üşüdüğünü söyleyemiyor. Biz üşümüştür diye onun yerine karar veriyoruz. Muhtemelen hayatımız boyunca onun yerine kararlar vermeye çalışacağız, o da direneceki kendi kararları için. Böyle böyle zaman geçecek, bir gün bir bakacağız Duru da kucağında kendi bebeği ile pikniğe gidecek. Hiç de uzak değil bunlar, gözümüzü bir kez kapayıp açmaya bakar. Eğer yaşadığımız bu güzel anlar hiç geçmesin derseniz, gözünüzü sımsıkı kapatın, açmayın. Hayat denilen şey gerçekten çok kısa...


Benim Duru'm da bu kadar büyüyecek, benimle böyle fotoğraflar çektirecek mi? Bu kadar mutlu olmayı dilerim Allah'tan...

Son fotolardan bir kaç tane daha...


Bu da arabamız Sümbül. Kendisi Duru'dan az sonra katıldı ailemize. Sırf Duru hanım seyahatlerinde sıkıntı yaşamasın diye, Adana'daki dedesi ve babaannesine rahat kavuşsun diye... O da çok uyumlu maşallah, onu da çok seviyoruz.


Bunlar seçme fotoğraflardı. Daha fazlası Nazife'nin picasadaki fotoğraf albümlerinde bulunuyor. Blogun tepesindeki "hakkımda" yazısı tıklanarak da resimlere ulaşılabilir.

Duru Neler Yaptı?

Geçtiğimiz haftalar içinde neler oldu? Özet geçelim...

- Üçüncü dişini çıkardı, üst sağ tarafta. Biz alt taraftakilerin simetriği çıkar diye beklerken iki ön dişin sağındaki tavşan dişi çıktı. O günlerde yine huzursuzlandı. Ateşlenmedi ama terledi. Bol bol kaşıyor dişin çıktığı yeri.

- Ayaklarına doğru eğilip çoraplarını dişliyor. Eğilebilmesi müthiş, hiç eğilip bükülmeyecek sanıyorduk Nazife'yle.

- Ga ga ga hecesini ısrarla söyleyebildi, bir de "radio" diyebilse.

- Ağzından da nefes almaya başladı.

- İlk defa hasta oldu. Adana ziyaretimizde ısı farkına yenik düştü. Antibiyotik ve öksürük şurubu başlandı. Yaklaşık bir hafta ilaçlara devam etti. Hastalığı süresince malumdur ki huzursuz bir insan oldu. Uyku düzeni bozuldu, burnu tıkandı. Bizim de huzurumuz kaçtı, uykuyu kaybettik. Ancak şimdi iyileşti, hepimizin morali yerinde çok şükür.

- Ek gıdaya geçtik. Ama ne geçiş. Yoğurtlar, taze meyve suları ve posaları, yemeklerin sularına ekmek banmalar... Yoğurdu iştahla yiyor ama kusuyor. Biz de yoğurda ara verdik. Meyveye odaklandık. Bir çok şeyi tadına aldırmaksızın yiyor. Yalnız muzu geri çevirdi. Garipsemeyin, ben de muz yemem. Genetik midir, tesadüf müdür zaman gösterecek. Ispanak, bamya, bezelye... Bunların üzerinden geçildi, onaylandı: Geri çevirme yok, aynen mideye teslim.

- Dün akşam Nazife Duru'yu koltuğun yanında ayakları üzerine dikti. Elleri koltuğun üzerinde, oyuncaklarla meşgulken ayakları yere sağlamca basar halde bir kaç dakika durabildi. Tabii ki yürümek gibi bir durumu yok, zaten yürümeyi anladığını da sanmıyorum. Bir çok şeyin farkında olduğunu tahmin ediyorum. Yine de farkındalıklarının sınırı hakkında bir fikrim yok.

- Sese karşı hassasiyeti arttı. Kendine seslenildiğini anladığını düşünüyorum. Göz teması kuruyor, yanından ayrılınca mızmızlanıyor. Duygusal bağ kurduğumuzu da söyleyebilirim. Yalnız şundan emin olamıyorum: Sabahtan akşama kadar geçen sürede beni görmediğinden dolayı beni unutuyor mu? Akşam eve gelen bu adama sadece onu çok eğlendirdiği için mi tepki veriyor? Onun etrafındaki sürekliliğimi anladığını ne zaman farkettirecek bana. Belki konuştuğunda, etrafındakilere beni sorduğunda... Kulağımla duymasam inanmam...