RSS

Dün

Dün ilk kez Nazife'nin yüzünde acıyla karışık korkuyu bu kadar net hissettim. Karnında, karnının altında ve kasıklarında bütün gün ağrı ile dolaşmış durmuş. İş hayatına belli ki bir kaç hafta içinde ara verecek. Süreç şimdi daha ciddi bir yola girdi. Bir de şu meşhur "8 aylık" mevzuu var. 7 aylıkken doğanlar yaşıyor ama 8 aylıklar için durum daha kiritik-miş. Bilimsel bir veri miydi bu, nerede okumuştuk? Bir yanımız bilimselde, bir yanımız hurafelerde, dedikodularda ve vesveselerde.

Kötüyü anmayalım, kötüyü çağırmayalım.

Nazife belki şu an farkıda değil - ya da farkında ama yakında farkında olamayacak kadar meşgul olacak kendisiyle - ama ben HER ZAMAN onun yanında olacağım. İyi gününde de kötü gününde de.

Benim de olayım bu işte, günlerin bekçisiyim ben. Nazifemin günlerinin bekçisiyim...

Gel Be Kızım...

Çirkin kızım, patates kızım, tekmeci-karateci kızım, şimdiden Adana Demirsporlu kızım. Gel be kızım...

Henüz doğmadan, hiç görmeden özledim seni.

Anneni kıskandırmak pahasına;

çok sevdim ben seni...

Vuruyor Da Vuruyor

Bazen Duru'nun annesine büyük eziyeti oluyor. Vurdukça vuruyor, dönüyor, durmuyor. Artık annesi ne yiyorsa, nasıl bir enerji biriktirdiyse içerde, hanımefendi...

Geçenlerde sinemaya gitmişler, ben bir haftalığına yoktum ya, işte o sıra. Yüksek gürültülü bir aksiyon filminin tanıtımı esnasında Duru hanım kişisel hareketlilik rekorunu alt üst etmiş. Çok rahatsız olduğunu düşündük, ondan huzursuzluk yaptığını.

Ya da düşük bir ihtimal daha var: Yüksek dozda gürültüden hoşlanması. Bunu zaman gösterecek. Ben prensipte eve davul seti almaya karşıyım. Yan flüt? Belki. Artık gürültüye ilişkin tahammül sınırlarım da değişmeye başlamışken -aşağı doğru- sakin ortamımı terörize etmeye kararlı bir Duru hanımla neylerim ben? Bunu da zaman gösterecek.

İple çekiyorum o zamanı.

Geldim!

Salı sabahı saat 08:00'de Ankara topraklarına ayak bastım.

İş yerinde çok yoğun bir dönemin tam içine düştüm. Daha saatler öncesinde bulutların üstündeyken, şimdi faturaların, kağıtların, direktiflerin, planların, bilgisayar ekranlarının önünde-içinde-dibindeyim.

Neyse ki Nazife var, Duru var. Sesleri neşe veren, güven veren dostlar, arkadaşlar var... Ankara daha yaşanabilir bir yer oluyor böylece.

Artıları eksilerinden kat kat fazla Ankara'nın. Demek ki "hoşgeldim" ben.

Nasıldılar?

Ben daha bebekken, çocukken annem, babam nasıldılar? Yüzleri, sesleri, kıyafetleri, tavırları, davranışları nasıldı? Neşeli miydiler, melankolik mi takılırlardı?

Bugünkü gibi olmadıklarına eminim. Genel olarak bazı belli başlı özellikleri değişmemiştir belki, espri anlayışları gibi. Ama yine de insan durmadan değişiyor, biraz içsel sebeplerle, çokça dışsal sebeplerle. En basitinden kıyafetler değişiyor, beğeniler değişiyor.

Annem, babam tam şu anda, benim yaşımın 28 olduğu şu günlerde nasıldılar? Mesela 28 yaşındaki babam ile yan yana gelebilsem anlaşabilir miydim onunla? Beraber gezip tozabilir miydik, yoksa başka dünyaların mı insanları olurduk?

Böyle bir merak içindeyim. Eski fotoğraflar tatmin etmiyor beni. Siyah-beyaz olmaları bir yana, cansızlar; ses, hareket, mimik yok. O yıllardaki insana dair, görüntüsünden başka bir şey yok. Bundan dolayı anlayamıyorum, bu kadın-adam ne yer, ne içer, ne konuşur, ses tonu nasıldır, neye güler, neyden üzüntü duyar...

Keşke diyorum, keşke video görüntüleri olsaydı. En azından onları tahayyülde daha başarılı olabilirdim.

Sırf bu yüzden, bundan 28 sene sonra, benim kızımın da benimle aynı merakları paylaşabilme ihtimalinden dolayı bir video kamera edindim, Neslihan sağolsun. Şimdi Nazife'nin tüm ultrason görüntüleri kayıtlı. Bunun yanı sıra bizlerin de 28 yaşındaki hallerimizi kayıt altına alıyorum.

Kendi fotoğraflarıma dönüp dönüp bakmam, bundan sıkıntı duyarım biraz. Geri gelmeyecek anlar olmalarından ötürü dertlendirirler beni, melankolik bir havaya sokarlar. Ama bu video ile gelecekte izlenecek bir belgesel oluşturuyorum denebilir.

Annesi - Amcası


Bu resmi çok seviyorum. Objelerimiz makinanın biraz azizliğine uğramışlar, hafif kaykılmışlar ama verdikleri poz ve yüz ifadeleri şahane. Mekan oto tamircisi, az ötede bizim emektar arabanın kırık olan egzost borusu idareten tamir ediliyor. Hacettepe bahar şenliklerine gidiyorduk o esnada.

"Biz gergin insanız arkadaş! Ona göre" der gibiler.

Gurbetin De Gurbeti

Bu hafta sonu İtalya'ya gidiyorum. Orada "Irkçılığa Karşı Dünya Kupası" adında bir futbol turnuvasına-festivaline katılacağım. Bir hafta kadar yokum yani.

E ben ne yapacağım o bir haftada, Nazife hanımı görmeden, Duru fasulyemi görmeden? Daha annesinin karnında da olsa, ultrason haricinde hiç görmemiş olsam da, şimdiden -daha gitmeden- bebeğimi özlüyorum.

Doktor randevumuz cumartesi günü. Gitmeden önce son bir kez daha göreyim bari. Bakayım son gördüğümden beri büyümüş mü, serpilmiş mi? En son hali 800 gram civarıydı. Boyu konusunda ise spekülasyonlar var.

Yüzünün annesine benzediğini düşünüyorum. En azından burnu bende o düşünceyi doğurdu. Oncacık fasulyenin burnunu nasıl benzettin derseniz, orası da benim üstün gözlem yeteneğimin bir sonucu olsun artık.

Kız!!!

Kızımız olacak!!!

Blogun görünümünü şimdilik değiştirdim. Şimdilik diyorum, çünkü kız da olsa bizim hayatımızın fon rengi olan mavi ile büyüyecek. Şimdilik pembe olarak devam etsin bakalım...

Adı ne olacak diye sorarsanız;

DURU !