Biryerlerden, özellikle sevdiğin bir yerden uzakta olmak, hem acı hem tatlı. Acı kısımları çok yaşamadım, şükür. Tatlı kısımlar ise üniversite öğrenciliğinin huzurlu günleriydi. Başka öğrenciler sıkıntı içinde boğuşurken benim durumum iyiydi. Durumu benden de iyi olanlar çoktu, kötü olanlar da çoktu.
Demek ki ben ortalarda bir yerlerdeydim. Daha önce de demiştim, ya da dememiştim, genelde ortalarda gezindiğimi düşünürüm. Boyum, kilom, gelirim, zekam, kaabiliyetlerim... Hemen hemen hiç bir şeyin tam olarak uzmanı olmadım, olamadım. Gittim Kamu Yönetimi okudum. (Sonradan eklenen not: Bundan sonraki tespitlerim tamamen özneldir, öznesi ben olan bir örneklemi işaret eder, başkası için mutlaka farklıdır, falandır, filandır) Belki de okumama en elverişli bir bölümdü, çünkü her şeyden az bir miktar öğrenip öğrenip mezun olabilirdiniz. Sonunda "hiçbir şeyin efendisi" oluyordunuz. Hedeflediğiniz işe -eğer iyi bir devlet memurluğuysa bu- girebilmek için okulun bitmesini beklemeliydiniz, bitsin ki KPSS kurslarına yazılın ve bir sene kadar sağlam çalışıp, şansınızın ve elinizin kolunuzun uzunluğu ile istediğiniz yeri kazanın.
Oyunun kuralı bu. Ben isteseydim, oyunu bu kurala sadık kalarak kazanabilirdim. Sınav kazanamamak gibi bir sorunum yok. Oyunun kuralına dair bir sıkıntım da yok. Eğer hazırlansaydım, kazanırdım. Kadere, sisteme isyan eden, sonra da isyan ettiği sistemin içine girmeye çalışan bir tarafım yok. Eğer isyan etseydim, içine girmez, kenarında kalırdım.
Bunu tercih etmedim. Okulu bitirip askere gittim. Koşa koşa gittim, koşa koşa geldim. Böylece sıra iş bulmaya gelmişti. Onu da buldum. Nişanlanmıştım askere gitmeden. İş bulduktan bir süre sonra da evlendim. Annemle babamın muhabbet aralarında nişanlılık süresinin kısa tutulmasına dair ettikleri sözlere hak verdiğim halde şartlar Nazife'yle birbuçuk sene nişanlı kalmamıza zorladı bizi. İşin komiği annemle babam da uzun bir nişanlılık dönemi geçirmişler. O zaman zorluklar yaşayıp mı bana bu öğüdü verdiler, yoksa kendi yaşadıklarını unuttular da mı ahkam kestiler? İkinci şık neden bu kadar cazip geliyor?
Ortalardayım demiştim. Bu vasat, silik birisi olduğum anlamına gelmemeli. İnsan kendisini herkesten daha acımasız eleştirebilse de kendime bu haksızlığı yapamam. Güzel olduğunu düşündüğüm yönlerim, becerilerim var. Bunları anlatacak değilim. Bunları başkaları anlatsın. Kötü olanları anlatabilirim, keyfime bakar. Şimdi? Belki sonra. Aslında ortalarda bir yerde olduğum konusunu biraz daha deşebilirim.
Ortalarda, ortaların güvenli dünyasında yaşıyorum işte. Macerayı sevmem demiştim, demiş miydim? Akıl ve mantık dışı işlerimi çoğunlukla Hüseyin isimli arkadaşımın işbirliği ile gerçekleştirmişimdir. Kendisi haşarının önde gidenidir, aslında fırlama diyebileceğimiz, bu tanıma uyan birisidir. Belki de birisiydi demek daha doğru olacak, zira kendisi nicedir fırlamalık yapmıyor. Garip, o yapmayınca ben de yapmıyorum. İçimizdeki terör makinasını orataya çıkartan, o makinanın dişlilerini yağlayan, keskin yerlerini bileyleyen, gazını-benzinini koyan bir şeydi bu adam. Yaptıklarımızın, ettiklerimizin, kavgalarımızın, dövüşlerimizin müsebbibi demek çok ağır olur. Ama o olmasa bu kadar da olmazdı, bundan da şikayetçi değilim. Çocukluğun, ilk gençliğin en keyifli, adrenalinli muhabbetlerinde kendisi hep vardı. Belli ki orta yaşın merdivenlerine süratle tırmanırken o yine üzerine düşeni yerine getirecek. Ya merdiveni sallayacak, ben tırmanırken, ya üst basamaktayken kendini aşağıya, benim üzerime bırakacak, şaka bu ya. Ben taşırım onu, yeter ki bıraksın kendisini. Yine de öylesi bırakmaz kendisini. Sonunda benim de gülmeyeceğim bir şaka yapmaz o.
Ben ortalarda olarak, bir çok badirenin sınırlarını güvenli bir şekilde dolandım. Bizimkiler nasıl bir kod işlemişlerse ve nasıl bir şekilde beynime kazımışlarsa siyasi olana karşı hep mesafeli kalabildim. Yine de bizimkilerin ve bazı arkadaşlarımın yanında solda, bir çok arkadaşımın yanında sağda oluveriyorum. Bir anda yine ortaya geliveriyorum bir şekilde. Ortada olmanın böyle garip bir "yürütme" gücü var. Uçlarda olanları aynı hizaya getirmek zor olduğundan genelde direksiyonda "ortadakiler" oluyor. Buna uzlaşmacılar da diyebiliriz. Yine de bu insanlar iki uçtakilerin genelde sevmediği bir kesim. Çok şükür ki ortadakiler çok kalabalık.
Bu ifadeler çok muğlak kaçıyor bazen, çünkü çok geneller. Aslında bir şeyi genellemek onun daha rahat anlaşılması için yapılır, ama bir yandan da asıl anlatılmak isteneni muğlaklaştırıyor, aslından saptırıyor. Siz griyi anlatmak istiyorsunuz, açık siyah, ya da koyu beyaz dediğiniz anda artık gri beyazın veya siyahın bir türevi oluyor. Onlara ilişkin genellemeler artık gri için de geçerli oluyor. Siyahsevmezler için de beyazsevmezler için de sevilmeyen bir renksiniz artık. Kolaylıklar dilerim.
Benim ortalarda olmamın sebeplerinden birisi de etrafımdaki insanların uçlara yakın olmasıdır. İşte net bir saptama. Ya onlarla aynı fikirde olmamaktan, ya da aralarında anlamlı bir denge tutturmak kaygısı ile kendimi ortaya itmişim. Şimdi görebiliyorum bunu. Gördüm diye, bundan sonra bir değişiklik olacak mı tavırlarımda? Sanmam. Olsa olsa kendimi daha az üzerim. Teraziye bir kefe daha eklemeye çalışıyorum. Üçüncü kefeye kendi keyfimi, mutluluğumu koyuyorum. Bu üçüncü kefe ağır gelmese de diğerlerini dengelese olur. Ağır gelse fena olmaz. Aslında belki biraz ağır gitse, artık hep ağır gelmesini isteyeceğim. Bu da iyi değil. Ben henüz kefeyi daha yeni yeni monte etmeye çalışıyorum. Montaj esnasında diğer kefeleri ihmal ediyorum. Bunu da biliyorum.
Ortalardayım. Yukarı ile maddi bağlarım, aşağı ile manevi bağlarım kuvvetli. Bu beni nereye götürür?
Terazinin kefelerindekiler için daha sonra devam ederim. Onları kolayca es geçmemek gerekli. Nelerden bahsedeceğimi, bahsetmem gerektiğini, bahsetmemem gerekenleri bilmiyorum şu an.
Ha, bu bir taahhüt değil. Keyfimin kahyasıyım burada.
0 yorum:
Yorum Gönder