Doktorumuzla pazar saat 13:00'teki randevumuza tam zamanında gittik. Tam zamanında bir yere yetiştiğimiz de vaki değil bu arada. Kah erken, kah geç kalıyoruz ama nedense bu sefer bir dakika şaşmadı orada oluşumuz.
Önce Nazife girdi doktorun yanına, konuştular biraz. İçeriye geliyordu sesleri, kulak kabartsam duyacağım. Ama yapmadım, hem mahremiyete inanırım; karım bile olsa, hem de tedirgindim can sıkıcı bir şey duyma ihtimalinden dolayı. Eninde sonunda duyacaktım elbet, ama biraz daha kaçış, biraz geciktirme olacakları.
Doktor ve Nazife ultrason odasına geçtiler, duydum bunu.
Sonra beni de çağırdılar odaya.
Geldiğimde siyah-beyaz kırçıllı ekranda tam siyah bir bölge -kese- ve bu bölgenin içinde minicik bir kırçıllı bölge daha...
Bu mu bebeğimiz? Buymuş. "Kalp sesi duyabilecek miyiz" diye hayıflanırken az önce, şimdi kesenin içindeki minicik şeyin hızlıca büzülüp düzeldiğini görüyorum. İşte kalbi atıyor, canlı bir hücreler bütünü. Doktora göre altı hafta üç günlük.
Az önceki, önceki günlerdeki sıkıntılarım uçuyor. Artık yaşadığını biliyorum. Ama ona henüz "bebek" diyemiyorum. Doktorumuz ile 26 şubata randevulaşıyoruz. Bir dahaki gelişimizde iki kol, iki bacak ve bir kafa görmeyi umuyormuşuz. Eğer görürsek, düşük riski iyiden iyiye azalmış olacakmış.
Düşük! Korkunç gibi görünüyor. Ama göründüğü kadar korkunç değil aslında. Vücudun hatalı olanı eleme yönteminin bir parçası - sonucu. Yeter ki biz, bize düşeni yapalım.
Umarım her şey yolunda gider. Bir sonraki noktamız 26 şubat perşembe. Nazife'yle şimdi aklımızda o gün var ve sonrası karanlık. Diğer günleri aydınlatacak bir gün olmasını diliyoruz Allah'tan.
0 yorum:
Yorum Gönder