RSS

Dünyanın en iyi annesi gibi hissetmek...

Büyüyorsun elbette ama bu seferki kastım farklı; bağımsızlaşıyorsun, söz dinlemezliklerin artıyor... Yanlış anlama aşırı değil tepkilerin ama çocukça da değil, farklısın yani. Sana ters gelen birşey söylendiğinde ya da istemediğin birşeyi yapmanı istediğimizde kaçıyorsun hemen ortamdan. Odanın kapısına farklılaşmanı yansıtan post-itler astın misal:)) Büyüyorsun işte annecim...



Biraz önce kardeşin ilk kez dişini fırçaladı, birçok şey gibi bunu da sen öğrettin ona, gururla, heyecanla. 
Bir de biraz önce diş fırçalamamızdan sonra, ben kardeşini emzirirken, sen bize temas ederek uyumak için yanımızdayken, ne yazık ki babuş grip olduğundan yanımızda yokken bana dedin ki 'annem sen dünyadaki  en iyi annesin' 😊😂😇Biliyorum ki öyle değilim ve biliyorum ki beni hep öyle görmeyeceksin ama yine de çok hoşuma gitti annem bu sözün. O an gerçekten dünyanın en iyi annesi gibi hissettirdin bana, teşekkür ederim, 
SENİ ÇOK SEVİYORUM CANIMIN PARÇASI, DURU KIZIM...

Mükemmel...

Şöyle söyleyeyim, gerisini beraberce düşünebiliriz.

Sınıf öğretmeni ile yapılan 25 dakikalık bir telefon konuşmasında kaç kere geçer mükemmel kelimesi. Ben saymadım. Mükemmel bir insan bu Duru, inandım...

9 ocak 2016, cumartesi günü Duru'nun kişisel tarihinde önemli bir gündür: Kütüphaneye kaydoldu. Önce bina ufak geldi gözüne, sonra raflarca kitabı görünce tatmin oldu.

Okur - yazar bir insan Duru.

Diş Perisi Uğradı

Diş perisi biz kurban bayramı için Adana'dayken uğramış. Motorlu bir diş fırçası getirmiş. Üzerinde denizkızı prenses Ariel var.

Denizkızı Ariel, Duru için önemli bir karakter aslında. Bezi bırakmakta ağırdan alan Duru için bir hedefti Ariel. Annesine Ariel oyuncağını aldırdı ancak oyuncak kendisine verilmedi. Oyuncak altı-yedi ay boyunca aynı dolapta bekledi. Ara sıra Duru annesinden oyuncağı göstermesini istedi. Annesi oyuncağı gösterdi ama tuvaleti kullanana, bez bırakılana kadar oyuncak kendisine verilmedi. Tuvalet işi tamam olduğu an bebek senindir denildi kendisine. Sızlansa da geri adım atılmadı. Çok da isyan etmedi ama. Akıllı bir insandır çünkü Duru.

Bir gün, artık 2,5 yaşı civarındayken, bez haricinde bir yere yapmaya karar verdi. İşlem bitince tuvaletten çıktı, hiç bir şey demeden bebeğin olduğu dolabın önüne gitti. Parmağı ile dolabın üst rafını, bebeğin bulunduğu gözü gösterdi. Ağzından sadece iki kelime çıktı: "Anne, bebek!"

Bebek anında indirildi, kutusu açıldı, lastikler söküldü, açığa çıkarıldı. Duru başarmıştı.

Şimdi diş perisi Ariel'li fırçayı bıraktı ona. Duru'nun bir endişesi daha vardı. Bir arkadaşının da dişi düşmüştü, Allah bilir artık kaçıncı dişiydi, Peri ona, aldığı diş karşılığında sadece 10 lira bırakmıştı. Duru periyi pek fakir bulmuştu.

Motorlu fırçayı gören Duru bir oh çekti: "İyi bari, Peri fakir değilmiş!" dedi.






Diş Gitti!

Alt ön dişlerden sağdaki yerini terk etti. Geçen hafta Nazife'nin bir gece yarısı operasyonu ile ait olduğu yerden alındı, IKEA'dan ta ne zaman aldığımız bir parmak kuklanın içine konularak yastığın kılıfının içine konuldu.

Şimdi Diş Perisi'nin bir hediye getirmesini bekliyoruz. Duru Diş Perisi'nden Ever After High çizgi filmi temalı bir günlük istiyordu. Lakin günlük bir türlü peri tarafından getirilmiyordu. Duru bu konudan şikayetçiydi. Peri ne zaman getirecek acaba deyip duruyordu. Acaba Diş Perisi gerçekte yok muydu? Eğer gerçek değilse Eda'ya nasıl hediye getirmişti. Yok olan bir şey nasıl hediye getirebilirdi ki?

Ben konuya bu noktada müdahil oldum.

"Diş Perisi'nin zeki bir peri olduğuna dair hemfikir miyiz" dedim Duru'ya. "Elbette" dedi. Perilerin aptal olduklarını düşünmek bil çok saçma olur gerçekten, Duru haklı. "Peki" dedim, "sen okuma biliyor musun?" "Evet" dedi. "Peki yazma?" "Pek değil." "Tamam, peki senin Peri'den beklediğin hediye nedir?" "Günlük." "Günlük demek başından geçenleri, hislerini, ümitlerini bir yere yazmak demektir. Sen yazamadığına göre ve Peri de zeki olduğuna göre, Peri'nin sana günlük hediye etmesi kadar saçma bir şey olamaz. Demek ki Peri sana yazmayı öğrendiğinde günlük getirecek. Şimdilik başka bir şey getirecektir sanıyorum."

Duru'nun aklına yattı. Şu an günlük beklemiyor Peri'den. Ama aklında başka bir şey yok. Duru'nun güneş sistemine ve uzaya karşı ilgisi var. Belki de bununla alakalı bir şeyler getirir Diş Perisi...

Yüzmeye başladın annem:))

Güzel gözlüm artık yüzüyorsun:) 25/04/2015'te anaokuluna birlikte gittiğiniz(Selahattin dede servisinden arkadaşın) Aysu'nun annesi Ayfer(Otan) hanımın önerisi ile Fenerbahçe Spor Kulübü'nün Doğa Koleji'nin havuzundaki kursuna başladın. 3 ay geçtikten sonra öğretmenin yüzebildiğini söyledi ancak senin kendini suya bırakacak cesareti göstermeni bekledik. Bunu Nina'na söylediğimde bana senin tam olarak yaptığına emin olmadığın işi yapmayacak yapıda olduğunu hatırlattı. Çünkü sen, yeni konuşmaya başladığın dönemde de, adını söylediğinde tam olarak anlamayıp adını "duygu" sananların sayısı artınca adını söylemeyi bırakmıştın. Sanırım benzer bir tepkiyi yüzme için de vermektesin. Bunu atlatabilmek için Nina'n bahçelerindeki havuza davet etti bizi, bahaneyle dört bacılar güne de başladık bu arada. Nina'nlara gittiğimiz gün suya girdiniz, çeşitli oyunlarla sana nefes yardımıyla suyun üstünde kalmayı, tedirgin olmadan kulaç atmayı, havuzun kıyısından suya kendini bırakmayı gösterdi ve yavaş yavaş yapmanı yani kendine ve yüzmene güvenmeni sağladı. Bundan sonraki ilk dersin 15.08.2015 günüydü ve kursta kıyıdan kendini suya atıp sudan çıkınca birkaç kulaç yüzmüşsün. Baban videonu gösterdi bana. Teşekkür olsun Nina'ya:)) Gurur duydum seninle annem. Yine on numara beş yıldız hareket yaptın. Seni seviyorum...

Kreiken!

Hayır, efsanevi deniz canavarı değil. Ankara Üniversitesi gözlemevinin adı. Bugün hem Duru hem de benim için bir ilk yaşandı. Biz hayatımızda ilk defa bir teleskop gördük. Teleskop dediysem Duru'nun tarifiyle bir yandan diğer yana gittikçe daralan silindir biçiminde olanlardan değil. Dev gibi olan, hatta kendine ait minik bir binası ve merceğinin etrafında hareketli kubbesi olan bir teleskoptan bahsediyorum.

Biz bu teleskoptan bir şeyler görmek için uzunca bir sıraya girdik. Neredeyse bir saat kadar bekledik. Teleskop kulübesine çıkıp dört - beş adımlık merdivenleri tırmanınca beklentilerimizle karşılaşamayacağımızdan korktuk. Çünkü hava bulutluydu ve Satürn bulutların ardındaydı.

Şansımız bu kadar kötü olamaz diye düşünürken bulutlar bir dakika kadar müsaade etti. İşte o arada biz mini minnacık bir satürn silüeti görebildik. Halkaları bile seçiliyordu.

Bunun yanısıra göktaşı yağmurundan bir iki meteor yanışı görme şansımız da oldu.

Duru halinden memnun ama yorulmuş, biraz da sıkılmış görünüyordu. Bu negatif etkilere rağmen keyif aldığını düşünüyorum. Yoksa az önce yatağa yatırdıktan sonra tekrar çıkıp, yanıma gelip teşekkür edip beni öpmezdi. Sanırım beni seviyor...

Nasıl Bir Öksürük?

Geçmedi. Ne kadar oldu, geçmedi. Hastalığa dair emareler ortadan yavaş yavaş kalktı ama öksürük, hem de "hönk hönk" bir öksürük yerleşti. Midesi bile bulanıyor Duru'mun, öksürürken.

Okulunu çok merak ettiğini söyledi, laf arasında. Bu mutlu edici. Umarım içine girdiği ortam onu hayal kırıklığına uğratmaz. Okulu sevmek hem kolay hem de zor. İşi kolaylaştıran arkadaşlar elbette. Bakalım nasıl arkadaşları olacak Durişko'mun?

Bir de, kısa süre de olsa, yemekten sonra bahçede, üzerime uzanarak gökyüzüne baktık. Meteor yağmuru var bugünlerde. Duru için bir tane yakalamak istedim ama maalesef denk gelmedi. Zaten çok uzun oturmadı hanfendi, sıkıldı. Canı sağolsun...

Diş, Yeniden...

Diş hediğinin üzerinden beş sene geçti. Etobur bireylerin dünyasına hoşgeldin demiştim. Artık tam bir insan olma yolundaki son adımı da atmıştı Duru böylece. Süt dişleri çıkmaya başlamıştı.

Şimdi o dişler görev sürelerinin sonuna gelmeye başlıyorlar. Alt ön dişlerden soldaki, sallanmaya başladı. Duru haberi telefonda verdi bana, "dişim sallanıyor baba" dedi.

Kendisi sallanan dişin ağrısını börek yerken diş etinin çizilmesine bağlamış, annesine durumu anlatmış. Annesi ağrıyan yerin sabah geçeceğini söylemiş, ancak sabah olmasına rağmen ağrı geçmemiş. Annesi dikkatli bir şekilde inceleyince dişlerden birisinde bir farklılık tespit etmiş ve dişin sallandığı ortaya çıkmış.

Hayatının yeni bölümüne hoşgeldin Duru'm. Büyüdükçe çocukluğa dair nesneler azalır, büyüklerin dünyasına dair şeyler doldurur oraları. Çocukluk, bir telafi ocağıdır. Hata yapma özgürlüğünü dolu dolu yaşanır. Süt dişlerine kötü mü baktın, olsun, vücudun sana yeni bir şans verecek. Bu sefer gelen dişlerine özenli baksan iyi edersin, bir ömür boyu seninle olacaklar bu dişler...

Büyümek, telafinin gittikçe zorlaştığı bir macera. Tüm hayatın sallanan ama düşmeyen dişlere olan endişen gibi sürsün. Bir an gelsin ve büyüklük hayatının olmazsa olmazları acı, keder, yalnızlık... süt dişleri misali kopsun gitsin senden...

Hayatının yeni dönemi hayırlı olsun kızım. Güzel gözlü, güzel gülen kızım benim...

Sudoku

Duru bugün ilk sudokusunu çözdü. Dörde dörtlük bir sudokuydu. Kuralları anlattım, çözdü.

Başka bir şeye ihtiyacım yok bugün. Milli piyango çıkmasa da olur.

Mutlu oldum çünkü...

Bu yazıyı sen de oku istedim:

Pek sevmem aslında annecim internette dolaşan yazıları, aslına bakarsan pek de okumam, hızlıca geçerim ama bu yazı dikkatimi çekti. Yazıyı okuyunca, sanki yüreğimden geçeni, sana karşı hislerimi, diyeceklerimi tam olarak ben gibi yazmış birisi(Uğur Gökbulut) dedim:)) Bloguna yazayım ki senin okumanı sağlayayım istedim. Şimdilik bu kadar diyeceklerim, seni seviyorum kuzummm

Babaannesinden Duru'ya Mesaj

Annemden Mavi'ye ithafen ilk sözlerini istediğimde Duru için de bir kaç cümle yazdı. Aşağıya ekliyorum...

Güzel Duru'm, ilk göz ağrım. Kalbimin yarısı. İlk torun sevgisini sen bize tattırdın. Çoook seviyorum seni kuzum, akıllı kızım. 

Biliyorum sen de kardeşini seviyorsun. Sana da bu yakışır. Çok sev kuzum, Mavi'nin sana ihtiyacı var. O doğunca sana olan sevgim daha da arttı. Sen güneşsin, aysın, yıldızsın, kalbimin diğer yarısısın. 

Seni çoook seviyorum canım kuzum. Allah'a emanet olun.

Sabriye Uçar 



Instagram'da Duru

Duru'nun fotoğraflarını Instagram'da etiketliyordum uzun süredir. Orada hatırı sayılır bir külliyat meydana oluştu. Buraya da notunu düşeyim. Duru ile ilgili içeriğe Instagram üzerinde #duruucar etiketinden ya da buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.


İngilizce ve Duru

İngilizce oyun grubuna gidiyor Duru. Önce bir kreş/anaokulu'nda gerçekleşen etkinlikler bir süredir hocanın kendi evinde sürdürülüyor. Duru ve kadim dostu Aysu, Elif teacher nezaretinde İngilizce ile tanışıyorlar, kulaklarını dolduruyorlar.

Duru, İngilizce'ye yatkın ve öğrenmeye karşı heves duyuyor. Bu sadece benim tespitim de değil, Elif teacher bize hitaben yazdığı notlarda böyle söylüyor. Benim gibi dile yatkın bir çocuğumun olması gururumu okuyor, mutlu ediyor. Çünkü yeri geldiğinde bir üniversite diplomasından bile değerli olabiliyor yabancı dilde edilen cümleler.

Elif teacher aynı zamanda genç ve hayalleri olan bir insan. Bu tip insanlar bana hep ilham vermiştir. Belki de aradığım -her ne ise- şey bu ilhamın içinde gizlidir...

 

Analı Kızlı

Annen hamileliğinin 33. haftasında. Sen hayatının 5 yılını bitirdin. Annene ve bana çok tatlı bir arkadaş oldun. Biraz da bu yüzden belki Mavi'ye cesaret edişimiz.

Sen böyle cimcime olmasaydın zor olurdu.



Okuyan Yazan Duru

Artık net bir şekilde okuduğunu söyleyebilirim. Yeni bir durum değil tabii. Aylardır okuyorsun. Hatta yazıyorsun. Akıl dolu bir varlık olduğun için seni ufak ufak el yazısına mental olarak hazırlıyorum. Yoksa şu an büyük oranda doğru yazıyorsun kelimeleri.

El yazısı işi yine dünyamıza girdi. Eskiden, biz küçükken güzel yazı dersiydi sadece. Şimdi ise direk el yazısı öğretiliyor. Bakalım sonuçları ne olacak?

Eda geldi, üç-dört gün kaldılar. Sıfır kavga gürültü ile tamamlandı günler. Gittikçe büyüyorsun, olgunlaşıyorsun da. Gurur duyuyorum daha şimdiden seninle.

Seninle oyunlarımızı hatırlayacak mısın? Çok mutlu bir çocukluk geçirdiğini, güzel oyuncakların olduğunu, seni seven insanların ilgisinin bir an bile üzerinden eksilmediğini anımsayabilecek misin?

Beni hatırlayacak mısın Duru? Babuşunu...

Gözlerinin içine saatlerce sıkılmadan bakabilecek bu adamı. Ki bu kadar uzun bakabilecek bir adam bulabilecek misin benden başka?

Bulacaksın güzel prensesim, bulacaksın. Ve inan, çok mutlu olacaksın...

Küfürbaz Duru

Halı saha maçından geldim, bir şeyler atıştırıyorum. Duru yanıma geldi, elindekileri gösteriyor bana. Gözüm parmaklarına takıldı. Koyu pembe oje sürülmüş. "Okulda ojeli parmaklarla gitmek serbest mi" dedim, "hayır" dedi. Ama iki arkadaşının sürülmüş şekilde okula geldiğini söyledi. Sürenlerden birisi diğerini öğretmene şikayet ediyormuş. Saçmalığa bak. Yahu sen de aynı durumdasın bari sus otur yerinde. 

Ama olmaz, işin içine çocukluk girince mantık üst rafların birisinde yıllanmaya bırakılır. Şikayetin, ispiyonculuğun kötü bir şey olduğunu aktardık elbette. Arkasına da ispiyoncuyu çekiştirdik biraz. Nazife bu kızın yaptığı şey ile ilgili "sert" bir yorumunu dudaklarını sessizce kıpırdatarak bana aktardı. Tabii bunun konuşma arasında yaptığı için hafif bir sessizlik oldu. Nazife'nin sessizliğini Duru anladı, bana fısıltıyla "küfür ediyor" dedi.

Küfür ettiğini anlayan kızıma tabii annesinin ki hangi küfrü ettiğini sordum. Önce gülümsedi, bir şeyler söylemeye niyetlendir. Yüzünü yan çevirdi, kafasını bana yaklaştırdı. Fısıldayarak "geri zekalı" dedi. 

Bu kızın naifliği, sadeliği, dünya güzelliği bitmeyecek ve her gün artarak devam edecek. Buna inancım tam...

Nasıl Bir Şarkı?

"Şarkı değil, ninni o" dedin. Bebeğini katlanmış bir pikeye sarmıştın. Gözlerini kapatarak ingilizce olduğunu tahmin ettiğim ama tamamen uydurma cümlelerle ona bir ninni söylüyordun. Yeri geliyor sesini inceltiyor, belli ki duygusal kısımlarında yüzünde acı ifadesiye söylemeye devam ediyordun. Hamaktaydın, bir yandan da sallanıyordun.

Duru sen çok tatlıydın bu gece.

Bize zor sorular sormaya başladın. "Neden arkadaşlarımın evine gidemiyorum?" dedin mesela. Ben de bilmiyorum, ama nedenini değil, sana nasıl izah edeceğimi. Bu dünyanın aslında hem çok güzel hem de çok kötü bir yer olduğunu sana nasıl anlatacağımı. Güzelliklerin aralarında kötülüklerin serpiştirilmiş olduğunu ve bubi tuzaklarının sadece vahşi ormanlarda kurulmadığını.

Bir şekilde idare ediyorum Duru. Aklıma çok güzel bir cümle geliyor bazen, şunu şöyle izah edeyim, yalan da söylememiş olurum diyorum. Bazen de konuşurken öyle güzel bir izahat veriyorum ki içim kıvanç doluyor. Hem iyi bir şekilde aktarabildiğim hem de senin anlayacak kadar akıllı olabildiğin için.

Çok mutlu ediyorsun sen fıstık kızım. Hep eder misin?

Babalar Günü

Ben babayım. Duru'nun babası. Bana ilk defa birisi "baba" dedi. Bu çok ilginç bir duygu.

Duru doğduğundan beri onun babasıyım. Ama sanki yıllar ilerledikçe daha bir baba oluyorum. Okul çağı geldi çattı. Ne ara beş yıl geçti? Bir iki ay sonra anaokulu,  seneye ilk okul başlayacak. Asıl zorlu zamanlar daha gelmedi. Dersler, arkadaşlar, öğretmenler, okul müdürleri, sınavlar, roller, statüler, aşklar...

Bunlarla dolu bir hayat önünde duruyor Duru. Bir yerlerde bir şeyler senden habersiz yaşanıyor. Makinanın dişlileri dönüp duruyor. Evimizin güvenli, bahçemizin sakin dünyasını geri dönülmez bir şekilde aşacağın günler geliyor. Duvarın öte yanında çok büyük bir dünya var. Benim görevim sana bu dünya ile ilgili ipuçları vermek. Ama gerisini senin bizzat kendin keşfetmen gerekiyor. Benim gözümden gördüğüm herhangi bir renkte bu dünya. Senin gözün onu ne renk görecek, bilemem. Bilmek de istemem. Sadece yürüyeceğin yollar için senden daha kuşkucu, güvenlikçi, garantici davranabilirim. Yine de, adımlarının sana ait olduğunu bilmeni, seni bu duygu ile büyütebilmeyi isterim. Merakının, bilgiye açlığının, sabrının ve inadının sonsuz olmasını dilerim.

Yürüyeceğin yolda, bazen büyükçe ayak izleri görebilirsin. Bu aynı yere gitmek zorundayız anlamına gelmesin. Bambaşka hayalleri kovlayacaksın belki. Bu beni üzmez, üzmeyecek. Hatta neler yapabileceğini, nerelere gidebileceğini düşünmek bana heyecan veriyor. Seni bir macera kitabı gibi görüyorum bazen. Kapağı o kadar güzel ki. İlk sayfaları o kadar huzurlu ve okurken vanilya kokusu kaplıyor odayı. Tüm ailen, hep beraberce yazıyoruz sayfalarını. Ama biliyoruz ki, hepimizin yazdığından daha güzel, büyük ve gizemli bir kitapsın sen. Kendi içinde, derinlerinde büyüyen, filizlenen bir çiçeksin. Dünyaya kendinden gelen bir güzellik sunacaksın.

Sana inanıyor, neler yapacağını merakla bekliyorum. Bana "baabuş" dediğin günleri yaşıyoruz beraberce. Biliyor musun, çok mutluyuz, çok eğleniyoruz Duru. Baba - kız, çok mutluyuz... 

Mis kokulu, pembe topuklu ayaklı yavrum benim...

Geçtiğimiz ay içerisinde aramızda geçen aklımda kalan birkaç konuşma çok etkiledi beni Duru'cuğum, unutmayayım diye yazmak istedim;)) Birisi şöyleydi:

Yatmak için birlikte üst kata çıktık, tuvaletini yaptın, dişlerini fırçalayıp yine pompik ellerinle fırçanı  işaret parmağına vurdurarak temizleyip yerine taktın; sonra odana gittik, pijamalarını uzattım sen de yatağının üzerinde bir taraftan konuşup bir taraftan da kıyafetlerini çıkartıp pijamalarını giydin. Yatağa girmeden hemen önce son olarak yatağının üzerinde bağdaş kurup otururken, ucundan tutarak uzata uzata çoraplarını bir bir çıkarttın, o pembe topuklu ayaklarını görünce dayanamadım, ayağının altını, parmaklarını, topuğunu koklaya koklaya öptüm. Sen de "güzel mi kokuyor ne çok kokladın öyle anne" diyerek kendi ayağını burnuna götürerek kokladın annem. Yüzünün halini bir bilsen nasıldı, komedi;)) "ööööf anne bu çok çi'kin kokuyoooooo" dedin, bayağı güldük beraberce:))) Sonrasında ben sana  "bu ayak kokun birine daha güzel gelecek annem" dedim, sen de tabi ki merakla "kimeee??" diye sordun;))) "seni sevecek olan adama" diye yanıtladım yanıtlamasına  da kuzucum, sesim titredi, gözlerim doldu, pek bir duygulandım. ( Bak yine yazarken bile aynı oldum :s ) 

Minik kuzum, Allah bahtını güzel yapsın, İnşallah karşına sana çok çok değer veren, seni hiç üzmeyecek bir adamı çıkarsın annecim. Annem de benim için benzer bir duayı etmiş olacak ki baban çıktı bak karşıma, inşallah senin de karşına baban gibi güzel bir adam çıkar minik kuzucum. 

Anneler günü:)

Uzun zamandır fırsat yaratamadık kuzucuğum buraya birşeyler not etmeye:((

Hazır fırsat yaratmışken iki satır dahi olsa not düşeyim buraya dedim annecim: 

3 gün önce anneler günüydü, babanla bana aynalı takı dolabı aldınız. Babanla onu planlarken kulaktan kulağa konuşmalarınız, bu esnada senin göz ucuyla beni kontrol edişin, babanın benim anladığımı bilen manidar gülüşü o kadar güzeldi ki. Sana hediyeyi sorduğumda, hatta üstüne biraz zorladığımda bile söylemeyişin de ayrıca hoşuma gitti annem. Hediye beni çok mutlu elbette, bu kesin. Ama babanla o haliniz o kadar hoşuma gitti ki hediyeniz kadar güzeldi o anınızı görmek yavrucuğum. Hele hele babanın eve gelirken hediyeyi getireceğini bildiğin için, babanın sesini duyunca bahçede telaşa kapılışın, ortamı organize edecekmiş edasıyla ellerini uzatıp,"siz durun şimdi, siz şöyle durun, ben babamın yanına geçeyim..." diye kesik kesik heyecanlı ses ile konuşman, offf kuzum benim, can kuzum, duygusal, tertemiz kuzum benimmnmm( Yazarken bile dişlerimi sıkmışım;))

İki satır da babaya not düşelim, değil mi:)) "Mustafam, senin gibi bir adamı karşıma çıkardığı için, hayat arkadaşlığı nasip ettiği için ne kadar şükretsem az; buna bilerek her gün şükrediyorum Yaradana. Yetmezmiş gibi ;)) bir de Allah bana senden çocuk sahibi olmayı da nasip etti. Şükürler olsun Rabbime. İyi ki varsın hayat arkadaşım, dostum, sırdaşım...her şeyim. Seni seviyorum...

Hayatımın anlamısınız siz, sizi seviyorum, iyi ki varsınız...

20 Yıllık Hatıra


Geçtiğimiz günlerde alışveriş yaparken çizgi film CD’lerinin arasında onu gördüm. Aldım, inceledim. Nazife geldi yanıma, ona gösterdim. “A, evet ben de biliyorum” dedi. Öyle kapağa baktım bir süre. Bu animasyon filmin özelliği neydi diye düşündüm, çünkü bir şeyler var gibiydi aklımda ama bir anda gelmedi ne olduğu. Sonra o duraklama anında geldi. 
Bu animasyon, Kemal ve benim ilk defa sinemaya yalnız gittiğimiz filmdi. Filmin ismi Aslan Kral’dı, yıllardan 1994’tü. İnterneti biraz kurcaladım, 15 haziran 1994 tarihinde gösterime girmiş. Muhtemelen biz de bir iki gün içerisinde gitmişizdir filme. 
Şu an takvimler 2014’ü gösteriyor. Aslan Kral’ın gösterime girmesinin üzerinden 20 yıl geçmiş! Alışveriş esnasında bunları hatırladım ve Nazife’ye anlattım. “Alalım o zaman” dedi, “kızınla seyredersin”. 
Evet, emmisiyle ikimize dair olan bir hatırayı, 20 sene sonra tekrar yaşama ihtimali belirdi. CD formatında aldık filmi. Eve döndük. Duru’ya bu filmi ve bendeki önemini anlatmaya çalıştım. Sanırım bu duyguyu tam aktaramadım, o da bunu anlamak için henüz küçük zaten. Kemal ile konuyu paylaştım. O da duygulandı. Bir şey diyemedi. Böyle, bir şey diyememenin öyle güzel bir tadı var ki. İnsan “insanım” diyor. Bunu hissedebilecek bir varlık olmanın verdiği, insana kendisini özel hissettiren mevcudiyet… Çoğunlukla bizi melankoliye sürükleyen de budur zaten.
Pazar günü baba – kız tiyatrosu geleneğine biraz ara verdik ve baba – kız sineması yaptık. Nazife bize mısır patlattı, Duru meyve suyu içti. Yukarıda, bizim odamızda yatağın üstünde seyrettik filmi. Korku dolu sahnelerde Duru arka tarafa kaçtı, seyredemedi. Film nasıldı diye sorduğumda beğendiğini söyledi. Sanırım gerçekten beğendi.
20 yıl öncesinin teknolojisi ile Aslan Kral bugün animasyonların geldiği yeri düşününce naif bir ilk örnek olabilir. Yine de o günlerde, sinema sahnesinde bizleri büyülediğini hatırlıyorum. Özellikle müzikleri muhteşemdi. Tekrar dinleyince bunu bir kez daha anladım.
Bir yandan da 20 senenin, sanki bir sigara dumanı gibi havada dağılıp kayboluvermesi ile karşı karşıya kalmanın hüznü var ve bu beni üzüyor elbette. Yanıma yöreme baktığımda etrafımda beni mutlu eden şeylerin biriktiğini görmek bu üzüntüyü azaltıyor. Duru gibi bir kıza sahip olmanın mutluluğu bu birikintiler içinde parıl parıl parlıyor…

On Dakikada Duru – 23.01.2013


Duru’nun hayali arkadaşları var. Bu arkadaşlarının eşleri var. Duru’nun hayali bir eşi de var. İkinci yaşını bitirip üçüncüye başladığı dönemde bu arkadaşları yaramazlıkları, güzel huyları, başlarından geçen enteresan olaylar ile arz-ı endam ettiler. Durunun üçüncü yaşını bitirdiği, yeni yaşından da dört ayı geride bıraktığı şu günlerde hayali arkadaşlarına dair anlattıklarında belirli bir azalma var. Yine de hayatımızdan tamamen çıkmadılar. Biz genel olarak müdahale etmiyoruz. Geçtiğimiz sene Duru özellikle karı koca ilişkisine fazlaca mesai harcamaya başlayınca biraz serzenişte bulunduk tabii. Sonuçta cinsiyetinin gereğini yerine getiriyor, ancak bu yaşta koca istemesine çok da dayanamadım.

Bu arkadaşları adları ile buraya not düşelim de, sonra hatırlayalım. Belki de yazmışımdır, eski yazları taramadım. Olsun, çift olsun, ziyan yok. Efendim, ana aktörler kız. Üç tane kız arkadaşı var Duru’nun. İsimleri; Funda, Fulya ve Uçurtma. “Neden Uçurtma” dedim, “annesi babası öyle koymuş” dedi. Taşı da gediğine koydu. Üstelemedim, ne de olsa Nazife’nin kızı. Bu kızların birer tane de kocası var. Duru’nun da bir kocası var. Böylece Duru ile birlikte tam sekiz kişi oluyorlar! Eminim sohbetleri, muhabbetleri çok şenlikli oluyordur.

Gerçek arkadaşları arttıkça hayali olanlarına ihtiyacı azalacaktır. Bence gerçek arkadaşlar dış dünyayı, hayali olanlar iç dünyayı geliştirmek için iyi fırsatlar sunuyorlar.

On Dakikada Duru - 17.01.2013

Duru bugün kreşte “Anne – Baba Ol” etkinliği çerçevesinde annesinin kıyafeti ile defileye çıkacak. Bir defilenin olmazsa olmazı nedir? Yürüyüş tabii ki. Kendi engin bilgi ve tecrübelerimle kızıma podyumda nasıl yürüneceğini gösterdim. Bir baba olarak daha ne yapabilirim?

Defne diye bir arkadaşı var Duru’nun. Yılbaşı hediye çekilişi yapılmış kreşte. Bizim Duru’ya da Defne çıkmış. Nazife’yle ne yapsak diye düşünürken Defne’ye özel bir hediye olsun istedik. Keçeden harfler kesip LCW’den aldığımız bir tişörte yapıştırdık. Çok şeker oldu. Bunu da not edeyim istedim.

Defne meselesine şundan dolayı girdim aslında. Dün Duru, Defne ve defile kelimelerindeki fonetik uyumu fark etmiş. İkisi de aynı dedi. Kastettiği aynı harfler, sesler tabii. Başlangıçlarının aynı olduğunu yakalamış. Okumayı öğrenme sürecinde rahat olacağını düşünüyorum.

Zeki bir çocuk olduğu kesin. Yalnız sıkıya pek gelemiyor. Kreşte uyuma seansları hala sorunlu. “Dinlenmeye” gidiyor. Dinlenirken uyuyor, bazen de uyumuyor. Sıkılıyor sanırım. Ya da onu sıkan bir şey var bize söylemediği. Öğrenmeye çalışıyoruz ama genelde ketum. Canı istediği şeyleri söylüyor. Akşam eve gelip bütün günü annesine satır satır aktaran bir çocuk değil. Annesine çekmemiş. Yalnız ağzı kalabalık, sürekli konuşuyor. Annesine çekmiş, tamam.

Okul zamanı gelince sıkılacak diye korkuyorum. Okumayı erken öğrenirse daha da fazla sıkılacak. Zeki bir velet olduğundan okuldan ve derslerden sıkılması olası. Kendimden biliyorum, tevazuya gerek yok.

On Dakikada Duru - 15.01.2013

Kızımız ilk defa salep içti. Yaklaşık 1900 metre rakımda, Ilgaz dağının zirvelerinden birinde. Çocuğuma verebileceklerimin sınırları ne olabilir diye düşünürken daha üç yaşını yeni bitirmişken Duru kar tatiline bile gidebiliyor. Hatta gözleri zarar görmesin diye Ray-Ban marka damla gözlük bile aldık ona. Bu biraz iddialı oldu ama oldu, yani yakıştı kendisine. Çok havalı ve mutluydu oynarken.

Yaşıtı veya kendinden büyük sürekli takıldığı arkadaşı olmadığı için büyükler sanki onun arkadaşıymış gibi düşünüyor sanırım. Bundan rahatsız mıyız, bilemiyorum. Doğasının ve yaşının gereği olarak çocukluk yaptığı zaman sinirlerimiz çok çabuk bozuluyor. Biz daha alışamadık anne baba olmaya belki de. Sakin olmak önemli ama ne kadar başarabiliyoruz, meçhul. Dedesi ona çok bağırdığımızı, her işine karıştığımızı düşünüyor. Anneannesi onu bir şeye ikna etmenin önemine inandığından uzun ve sonuçsuz konuşmalar yapıyor. İşe yaradığı da söylenebilir aslında. Duru’nun konuşmadaki başarısının anneannesinden kaynaklı olduğu çok açık. Annesi ve babası bazen kötü polis, bazen iyi polis, çoğunlukla fren mekanizması olarak görev yapıyoruz. Duru’ya karşı en katı olanların biz olduğunu söyleyebilirim. Bizden daha katı olmaya kimsenin niyeti yok. Olmaması da iyi, kimsenin bizden daha fazla kızmasına dayanamayız ona. Bu anne ve babamız olsa da…

Yine de her tartışmanın sonunda Duru her daim oyuna ve mutluluğa hazır. Uzun süreli küslükler olmuyor aramızda. Bu huyunu seviyorum. Kindar değil aptal da. Hafızası kuvvetli. Geçen yaz bir gün mutfakta ona dinlettiğim şarkıyı bana hatırlatmak için çok çabaladı. Bir çok ayrıntı verdi. Hatta Fransızca bir şarkı olduğunu bile söyledi ama babasının gittikçe kötüleşen hafızası şarkıyı çıkaramadı. Bir gün çıkarırım nasıl olsa.

13


On üç yıl bitti. Dün tibariyle Nazife ile birlikte geçirdiğimiz yıllara bir yenisini ekledik. Bu zaman içerisinde güzel günler kötü günlerden kat kat fazlaysa biz birbirimiz için uygunmuşuz diyebiliriz. Kötü günler olmadı mı, oldu elbette. Sıkıntılar çekildi, gözler doldu, taştı. Bunlar hayatta varmış, bunlarsız olmazmış. Hayatın içinde, insanın kaldırabileceği sıkıntılar bizim de başımıza geldi tabii. Çok büyük trajediler yaşamadık neyse ki; savaş, açlık, doğal afetler... Küçük dünyamızın ahengini sarsıp, bizi yürümekte olduğumuz yola daha sıkı adımlarla yürümeye sevkeden dertlerle boğuştuk sadece.

Şansımız yaver gitti, kendimiz için sorunsuz görünen istikamette ilerledik. Bu gidişatta hatalardan uzak durduk, kendimizi yanlışlara sürüklemedik. Birbirimizi sevdik. Net bir şekilde söyleyebilirim ki, birbirimizi sevdik. Bir insanı sevmek çok kolay görünür; söylemesi, harcaması çok kolay bu sözcükleri. Ama gerçekten sevmenin zorluğunu ancak sevenler anlar. Ara sıra dalgalanmalar yaşasa da insan, yalnız severken de değil, yaptığı hangi işte olursa olsun, eğer eski haline dönmede sorun yaşamazsa bu işi başarmış demektir. O bahsettiğim zorluk da bu eski hale dönmedeki becerisiyle ilgilidir. Ben bu işi çok iyi başardım mı? Sevgimden emin miydim her zaman? Seviyordum Nazife'yi, yıllardır seviyordum, yıllarca da seveceğimi düşünüyordum. Peki neredeydi sorun, sorun olduğunu düşündüğüm zamanlarda? İçime fazlaca dönemdi belki. İçime seslenmem, aksi sedayı sohbet sanmamdı. Yine de içi olmadan dışı olmaz insanın, bütünü olmaz.

Şimdi bu yıl dönümünde aklıma ilk başta sıkıntı çektiğimiz günlerin gelmesi de boşuna değil. İlişkimizi tartarken ortada emek verdiğimiz cisimleştirdiğimiz bir yapıt duruyormuş gibi hissediyorum. Emeklerimizin boşa gitmediğini görmek güzel. Geleceğe dair umut veriyor. Bu kadar iyi götürdüysek yine götürebiliriz sanki. Gerçek sevgi ve teknikle yapılan eski şeylerin yıkılması daha zordur. Depremde eski binaların sağlam kalması boşuna değil. Her eski bina, sanat eseri değil elbette. Hem eskimek, eskirken de güzelleşmek, ilham vermek gerekli.

On dördüncü yılımıza bu hislerle girdim. Ayları saymak ayrı bir keyif veriyor. Dünya etrafımızda değişirken, bizim aynı kalmamız imkansızken, eskiye ait bir şeyi hala keyif ve mutluluk ile yaşatmanın hazzını yaşamak, muhteşem...

Pompik ayaklarda ilk ayakkabi hatirasi

Bugun ayagini ayakkabin vurdu, ayaginin arkasinda ufak bir yaran var. Kucuk kiz'im benim, ömrünce o yaralar olacak zaten ayaciklarinda. Bunu dusunup duygulandim, kucuk kizim buyuyor diye.

Aslinda corapsiz giymemeni tavsiye etmistim sana ama kabul etmeyince de israr etmemistim. Butun aksam "anne ne zaman gececek?" diye sordun. Ara ara aciyordu herhalde. Cani tatli bir insan oldugundan bir daha corapsiz giymezsin gibime geliyor, en azindan buyuyesiye kadar:)))

Severim o pompik ayaklarini...

Kimi Sözcükler

Aslında Türkçe'yi gayet iyi kullanıyor. Hatta kimi zaman "ağdalı" denebilecek cümleler de geliyor kendisinden. Duru'nun sözel tarafa hakimiyeti o kadar bariz ki... Mesela yabancı dildeki sözcükleri bir, bilemedin iki defa dinleyip benzer seslerle tekrarlayabiliyor. Bu çok keyifli, zira Portekizce şarkı söylemeye, daha doğrusu Portekizce'yi andıran bir sallama ile mırıldanmaya başladı bile. Şarkı tam şurada: Nosa Nosa...

Bir de şöyle bir tatlı tarafı var prensesimizin. Yeni duyduğu, ama tam olarak üzerine çalışmadığı bir sözcüğü yanlış söylediğinde biz haliyle gülüyoruz kendisine. Bu genelde sözcüğü ilk kullanımında, ilk tedirgin denemesinde yaşanıyor. "Ne dedin, bir daha söyle bakayım" deyişimizdeki ses tonumuzun farklılığını, bu işten bir muziplik çıkarttığımızı farkediyor. O zaman gözlerini kocaman açıyor, dudaklarını birleştirip içeri çekiyor, düzleştiriyor ağzını. "Yanlış söyledim" deyip o da gülüyor. Bir kaç kez biz tekrarlıyoruz sözcüğü, o da ağzımıza bakıyor. Sonra doğru şekilde telaffuz ediyor. İşte bir kelime daha dağarcığa eklendi bile.

Bugünün sözcüğü "büyüteç"ti. İlk söylenişinde "düğteç" olarak duyuldu. Kahkahalarımızla beraber düzelme yoluna gitti. Kelimenin ne olduğunu biliyormuş meğerse. Google ile ilgili sayfaların birisinde gördü, annesinin elindeki dizüstünün ekranına bakıyordu. "Anne bu düğteç di mi?" diye sorunca bizde film koptu tabii.

Biz Duru'nun hiç susmayan, hep konuşan, soran, mırıldanan hallerine vurulduk, ona böyle alıştık. Dilerim Alah'tan, sözcükleri hiç tükenmesin, sessizliğe hiç düşmesin yolu...

Cuma akşamı ve uzaklar...

Bugün günlerden cuma teyzecim..
çalışmaya başlayınca anlayacaksın bugünün,özellikle cuma akşamlarının haftanın en güzel günü olduğunu düşüneceksin belki bizim gibi...
Şuanda adını feriha koydum diye bir dizi var,sen de seyrediyorsun,bizim yaşımıza geldiğinde hatırlamayacaksın büyük ihtimalle:)
Her neyse,asıl yazma nedenim şu,umarım benim yaşıma geldiğinde teyzecim,haftanin en güzel gününü yada en kötü gününü sevdiklerinden uzakta geçirmezsin..benim gibi..
Şu ara tuvalet alışkanlığın sıkıntı yaratıyor,umarım en kısa zamanda çözeriz:)
Öpüyorum seni,uzakta olsam da hep dilimde ve aklımdasın:)

Bugünlerden

Bugün seni evde bıraktık Duru. Annenle, Nina'nla birlikte Amasra'ya gidiyoruz. Hafta içleri çok yıpranıyoruz balım, bizi hoş gör. Seni bıraktık ama alabilirmişiz de, ortam müsaitmiş. Sana hala nedense güvenemiyorum herhalde. Yolda sıkıntı çıkarırsın diye belki de...

Belki de bencilliğimden. Annenle biraz daha baş başa kalmak istediğimden. Olabilir, anlayacaksın bir gün zaten.

Dün domates poşetini yere koyup, içindekileri dolapta domatesler için kullandığımız yere yerleştirirken de, kadın kuaföründeki avon kataloğundaki iki erkek parfümünü "bunlar baba kokusu" diyerek ayırt ederken de (hayır, adam resimlerini görmemişsin) muhteşemdin. Altı milimetrenin geldiği seviyeyi gördüğümde hem çok şaşırıyorum hem çok gururlanıyorum hem de Allaha olan inancım sağlamlaşıyor.

Allah'ı daha çok anıyorum belki de. Sen geldiğinden beri o kadar çok istedim ki ondan seni korumasını. Umarım kabul eder dualarımı...





Farkedemiyoruz

Kuzucum dun aksam yemegimizi yerken babana yesil birseyi gosterip "babacim bak yemyesil" dedin. Henuz ikibucuk yasinda olmadan bu lafi duyunca doyumsuz anne baba dogasindan kaynakli olarak diger renkleri nasil pekistirdigini duymak istedik. Yemyesil, masmavi, kipkirmizi iyiydi, sapsari samsari oldu, ama asil mor cok ilgisizdi ve komikti. Mosmor yerine yempor dedin kuzum;)))) nasil kurdun o baglantiyi bilemiyorum ama yempor gercekten cok komik geldi ve bayagi gulduk;)) aksam yatmadan once yine guleyim diye sordum mor neydi diye ama aldim yanitimi:mosmor. Neyse bu konuya girmiyorum;))))

Notalari ogrendin tatlim, fa bazen unutuluyor ama gam'i tamamladin. Hem cikisi hem inisi soyluyorsun, gururlaniyorum.

Bir de alfabeyi ogrendin kuzum. Sarkisi ile birlikte soyluyorsun harfleri. Tabi ki gururlaniyorum.

Bu anlattiklarim aniden oluyormus gibi oluyor. Ogrenme surecini caktirmiyorsun. Sanki hep biliyormussun gibi geliyor bazen. Bir gun isten geliyoruz ve sergiliyorsun hunerini. Cok guzel bir mutluluk bu prensesim. Tesekkur ederim sana boyle guzel bir cocuk oldugun icin. Seni seviyorum bitanem...

Kütahyada tatli bi "duru" esintisi...

Gectigimiz hafta havanin ve bu şehrin tüm sogukluguna ragmen mutluydum..cunku cok agir bi misafir bekliyordum anakaradan..
"On yüz bin baloncuk yutmuş gibi" diye tanimlayabilirim bu durumu ki sen bunu ileride okursan anlamayacak ve bize soracaksin:)belki sahilde gazoz icerken anlatiriz sana bunun hikayesini;)
Neyse,sisli bi cuma sabahi anneannen,deden ve sen geldiniz..ama ne gelis!herkesin toplantida oldugu 1 saat icinde tüm müdürlük bi sekilde seni gördü,tanidi ve sana hayran kaldi:) gozlerin,yanaklarin,sicaklığın,konusmanve o tertemiz bakışınla mest ettin herkesi..garip ama bi gurur duydum seninle,senin teyzen olmakla kuzum:)
Baban duymasin ama bikac talibin bile oldu kisacik zamanda;))
Koca bi haftasonu dopdolu gecti..kinder'in katkilariyla tabi;))
Evde oturduk cogunda,bu 1+1lik eve neler sigarmis anladim ilk kez..dans ettik,evcilik oynadik,anneanneyi mincikladik,sohbet ettik...daha bi sürü sey bikac güne sigdi..
Melek teyzem benim..
Simdi evde yalniz oturuyorum ama etkin gecmedi..senden bahsettim yine tüm gün is yerinde..eve geldim,canan ile candani cekmeceye kaldirdim,bi dahaki gelisine kadar..
Yine gel olur mu?sira hep sende:))

Dede-torun

Bir de şu vardi: "gel dedecim, cayini al gel, dede-torun oturalim";))) tabi ki babam dayanamayip gitti:

Aklima gelenlerden secmeler

Duru hanimi hazirlayip yataga yatirdiktan sonra uyumasi icin beklerken firsat buldum yazmaya.

Duru'nun farkli soyledigi kelimeleri ya da ilginc deyimlerini yazmak niyetindeyim uzunca zamandir. Bugun bir baslangic olsun dedim. Unutmamak icin baskaca hicbirsey yazmadan sirf kelimeyi yazip cikacagim blogdan. Bugun kullandigi kelime: "veterjan" idi. Veterjan degil durucum deterjan" dedigimde , "deterjan" diyerek tekrarlamasina ragmen aradan bes dakika gecmeden kelime veterjana geri dondu, ben de vazgectim duzeltmekten. Kendi kendine duzelir nasilsa diyerek.

Bir de artik(yaklasik bir aydir) uyku tulumu giyiyoruz. Aylar once aldigim tulum bir gece geldi aklina ve o gunden beri hergun giyilir oldu. Butun gece hareket eden, donup duran, degisik sekillere giren duru icin ideal uyku tulumu. Bugun yine yatmadan once uzerini degistirirken uyku tulumunu istedi kuzum. Giydirirken de "anne bu ayni ananemin sabahligi gibi " dedi, annemin pembe, polar sabahligini animsayarak. Kurdugu bu baglantilar gercekten hosuma gidiyor.

Daldan dala geciyorum, bir de su geldi aklima, bu aksama dair. Duru, odasindaki oyuncaklarin arasindan trenini ve raylarini getirdi ve "anne calistirsana" dedi. Elbette ki emir kabul edip pilini taktim ve calistirdim. Vagonlarini da taktik, yuk olarak da toka, bozuk para, usb bellek, bir de mickey koyduk. Mutlu oldu kuzu bir suredir hareket ettirmedigimiz trenini seyredince. Sonra da "anne lokomotife bak, makinist icinde, o suruyor" dedi. Nasil da hizli ve bize farkettirmeden ogreniyor, inanilacak is degil. "vagon"u ise bugun ogrendi, bakalim bir dahaki sefere hatirlayabilecek mi?

Yatağımdaki Kadın

Bu gece yatagıma Nazife'den başka bir kadın girdi. Beraber uyuma önerime balıklama atladı. Nazife İstanbul'daydı. Ben ve iki numaralı kadın, ikimiz, çok yalnızdık...

Odama getirdim, yatağıma yatırdım onu. Oda ne güzel, yastık, örtü ne yumuşak, ne güzel... Methiyeler düzdü durdu. Belli ki burada uzun süre, belki de hep kalmayı kafasına koymuştu. Ona yalnız bu gecelik misafir olduğunu anlatmaya çalıştım, dinlemedi. Konuyu tekrar odaya getirdi. Sen bilirsin dedim, ama beni anladığına emindim.

Lambayı söndürdüm. Kafalarımızı koyduk yastığa. Normalde karanlıkta yatmıyor, benimle olduğu için güvende hissetti kendini. Elleriyle yanağımı okşadı, alnımı öptü, "babacım" dedi. "Annem niye gitti? Ben annemi istiyorum!", "Yarın gelecek kızım, yatalım şimdi"...

Yatağımda Nazife'den başka bir kadın uyudu dün gece ve buram buram Nazife kokuyordu...

Duru uğurlaması

İzmit'e yola ciktim biraz once, yarin izmit adliyesinde icra dosyasi taramalarim, sali gunu de istanbul'da durusmam var. Erdal bey ve gul hanimla birlikte gidiyoruz.

Durucugum, daha once defalarca sehirdisina ciktim, hepsinde de sana ne zaman gidip ne zaman donecegimi soyledim. Her seferinde beni tatli tatli yolladin da bugun noldu be kuzum??? Cok agladin gidiyorum diye, gozlerin sisti, burnun akti, yanaklarin allandi.... "annecim gitme, bence gitmemelisin" diye aglayip durdun kuzum. Cok agladin. Zaten sizden uzaklasasim yok, bir de sen boyle yapinca icim iyice acidi. Bir daha aglamazsin boyle umarim, simdiden ozledim sizi:(((

Teyzem

Teyzemi seviyorum. Ben bebekken, çocukken o da gençti. İnanmasi güç...

Kırmızı otobüste aklıma gelenler...

Dun ninayla bulustuk, isten cikip seni aldik ve Kıtır'a gittik. Orada oturuken baslayan kar eve donerken oldukca yogunlasti. Yattik kalktik her yer bembeyaz. Hatta sitenin icinde bata cika yuruneniliyor. Adliyeye arabamizla gidemedim ve senin cok sevdigin(!) otobus denk geldi:))) kirmizi otobus. Kirmizi otobuse ilk anneannenle bindiginde huzursuzlanmissin, mizildamissin ve "kotu birsey olcak" diye aglamissin. Aksam bu yasadiklarini kendin heyecanla, kadlarini kaldira kaldira, kelime aralarinda heyecanini belli eden nefeslenmelerle anlattin bize. Hassas kuzum benim hic dayanamazmis gurultuye, hemen tedirgin olurmus. O kadar gulmustum ki bu tepkine simdi ayni otobuse binince bize anlatisindaku tedirginlik, heyecan geldi aklima....

Dun umitkoyden gelirken baban yorgunluktan uyudu yolda. Sen ise tum yol boyunca, hatta eve geldikten sonra da yatasiya kadar miril miril surekli birseyler anlattin. Artik yasadiklarini, dusunduklerini hatta hayali arkadaslarinla yaptiklarini anlatiyorsun. Kullandigin kelimeler yerli yerinde, bazen yardimci fiillerde[:)] birlestirme hatalarin oluyor ya da bazi kelimelerde kullanim hatalarin. Haricinde gayet guzel ifade ediyorsun kendini. Bak simdi ornek gelmiyor aklima gicik oldum:) Her neyse hatirlayinca yazarim,
İki yil dort aylik kisa hayatina sigdirdigin gelisimin gercekten hayran birakiyor insani. Bir de "ben eskiden beri oyle yaparim" tarzi bir lafin var kihepimizi sasirtiyorsun.

Aklima parca parca geliyor hakkinda soyleyeceklerim. Ama simdilik yazdiklarim yeter cunku yanimda ayakta yasli bir teyze var ve yer vermeliyim.

Seni hayranlikla takip ediyor ve cok seviyoruz minik kuzum. Allah'a sukurler olsun ki gordin hayatimiza;))))

Bir Duru Ki...

Bu kız nasıl bir şey oldu, oluyor, olacak? Şirinliği ile herkesin sevgisini bir kaç saniyede kazanıyor. En mesafeli durana bile yelkenlerini indirtiyor. Sözcükleri seçişi, söyleyişi, vurgulayışı ne kadar da güzel. Kızım benim! Tam da sevdiğim özelliklerimi almaya başlamış. Özellikle hafızası fark ediliyor. Yaşının da gereği tabi; öğrenmeye en açık yaşları bunlar. Algısı çok açık, etrafının çok farkında. Bazen bizden çok.

Televizyona düşkün, çizgi filmleri takip ediyor. Karakterleri adlarıyla öğrenmiş. Karakterlerin birbiri ile olan ilişkilerini keşfetmiş. Kim kimin kardeşi, annesi, ninesi vs. çözmüş. Pek belirgin olmayanlarda da genel kurallara gönderme yapıyor. Mesela Miki Fare ile Mini Fare'nin karı-koca olup olmadıklarını sorduğumuzda "hayıııır, onlar daha çocuk" diyor. Sevgililik müessesesini öğrenmedi henüz. Şu an insanları karı ve koca olarak kodluyor, eşleştiriyor. Bu eşleştirmenin sonucunda geçtiğimiz haftaların birisinde "ben kocasız kaldım" diye dertleniyordu. Dertlenmesinin gereksiz olduğunu, onun daha çocuk olduğunu söyledik. Böylece olay otomatikman çocukların evlenmeyeceğine doğru yönelmiş oldu. İyi de oldu. Bu işten en karlı çıkan benim: Kıskanç baba! Bir müddet daha atlattım tehlikeyi.

Dizileri, dizi karakterlerini tanıyor. Tabii bizim takip ettiklerimizi. Uyku saati 22:30 civarı olduğu için prime time dizilerini yakalıyor. Bu iyi değil elbette. Zamanla uyku saatini erkene almalıyız.

Televizyon konusunda enteresan olan bir olay da şu "kötü şeyler olacak" yaklaşımı Duru'nun. Eğer dizide veya çizi filmde kavga, tartışma, bağırış çağırış, şiddet vs varsa bizimkisi olduğu yerden kalkıyor, yemek masasının oraya geçiyor, mutfağa doğru kaçıyor. Şiddetin veya merakının dozuna göre ya masanın oradan televiyonu kesmeye devam ediyor ya da mutfağın ilerisinde duran bilgisayarın oraya kadar gidiyor. Ortalığın yatıştığını düşündüğünde geri geliyor, seyretmeye devam ediyor. Böyle bir kaçıverme durumu var. Genelde televizyonda seyrettiklerinin oyuncular olduğunu, onların rol ya da taklit yaptığını anlatıyoruz, durumu bir şekilde kurtarıyoruz. Bazen çok sert sahnelerde de biz onu kaçırıyoruz.

Şarkıları ezberliyor, tam olarak sesleri çıkaramazsa da sözleri zamanında söylüyor, vurguları iyi. Biz de sevdiğimiz şarkıları ona öğretiyoruz. Mesela Sertab Erener'in O-Ye'si, ya da Sakin Ol'u gibi. Ya da Barış Manço'nun Arkadaşım Eşek'i. Sözleri neşeli olsun diye seçtik bunları, yoksa müzikal zevkimiz bunlarla sınırlı değil. Gayet keyifli bir şekilde söylüyor ve dans ediyor. Aslında hemen her notaya kalçalarını sallayarak karşılık veriyor. Dans etmeyi çok seviyor. Acun'un dans yarışmasını ilgiyle takip ediyordu. Yarışma bitti, bizimkinde ilgi bitmedi. Eşli danslardaki çiftleri karı koca sandı bir dönem. Onlar karı koca değil, eş dedik, partner dedik, bir şekilde aralarında böyle bir ilişkinin olmadığını, en azından olmasının şart olmadığını izah ettik sanıyorum. Kırmızı tütüsü var. Dans etmek istediğinde onu da giymek istiyor. Annesi bugün bir tane de mavi tütü yapıyordu ona.

Bugün mangal yaktım, tavuk şiş hazırladı Nazo, ben de pişirdim. Duru yemekte yanımda oturuyordu, kafasını uzattı, göğsüme yasladı. "Baba eline sağlık, çok güzel olmuş" dedi. Dünyalar benim oldu. İnsan bu sözleri duyunca ne kadar mutlu olabilirmiş meğer. Hiç bilemezdim. Yaşadım ve gördüm. Eğer biz doğruları yapabilirsek, o doğruları seçebilirse, Allah da izin verirse bu kız bizi hep mutlu edecek. Umudum budur. Umarım yanılmam...

Bu Kız Büyüyor

Duru'nun bloguna uzun zamandır bir şey yazmamışız. Blog durdu ama Duru durmadı, büyüdü. Büyüdüğünün en belirgin emaresi konuşması.

"Duru gidelim mi, yatalım mı beraber" diye soruyor dedesi, "yok ben yatmayacağım" diyor Duru.

"Çantada bizim lenslerimiz" var diyor, gözüne lens takıyormuş, hayali. Ruj sürmüş de dudaklarını şlap şlap parlatıyormuş. Fotoğrafik hafızası da gelişmiş. Birçok markayı logosundan tanıyor.

Dili döndüğünce kelimeleri çıkarmaya çalışıyor. Fena sayılmaz bu işte. Evde kendisiyle sürekli konuşulmasının faydaları olabilir bunlar.

Saçları uzadı. O bir kız çocuğu şimdi. Fotoğraflarda poz vermeye de başladı.

Renklerden haberdar. Onları biliyor, ayırt edebiliyor. Elbette taba, haki, füme ve fuşyada sorunlarımız var, ama olsun. Temel renkleri biliyor. Kahverengiyi biliyor mesela, moru da. Renkleri saydırdık şimdi, Nazo'nun piyamasının düğmelerinde yedi-sekiz farklı renk var. Gri haricinde hepsini bildi. Biz de teşekkür ettik, "bir şey değil" dedi.

Şu tuvalet mevzuu hala ortada. Tuvalet alışkanlığı edindiremedik. Konuşarak anlaşmaya, ikna etmeye çalıştık. Hiç korkutmadık, bağırmadık. Bu zamana kadar evreleri hep kendisi geçti, sanki zamanı gelen her şey kendiliğinden oldu. Demek ki bunun daha zamanı gelmemiş diyoruz. Bir iki gün önce de, artık kakasını, çişini tuvalete yapması gerektiği şeklinde hiç bir konuşma yapmamaya karar verdik. Her şeyden ama her şey şeyden haberi var. İyi bir gözlemci. Evde kendisinden başka herkesin o tuvalette neden zaman geçirdiğini, içeride ne yaptığını biliyor. Ama kendisinin tuvalete girmeye pek niyeti yok. Yine de ördeğe oturttuğumuzda çişini yapıyor, kakasını yapmaya çalışır gibi de ıkınma sesi çıkarıyor. Bu teatral gösteri ne kadar uzun sürerse sürsün, çıkan bir şey yok. Biraz çiş, o kadar. Bu da bir şeydir, hiç yoktan iyidir.

Bir diğer sıkıntı ise uyumada. Uykuya annesiyle gitmek konusunda ısrarlı. Uyku çökünce huysuzluk artıyor. Ama çok da değil, tatlılığından bir şey yitirmiyor. Ben götüreyim diyorum, konuşuyorum, ikna etmeye çalışıyorum. Tek cevap: Annem götürsün. Başka bir laf alamadım geçelerde ağzından.

Duru ile yaşam keyifli. "Fotoğraf çekilmeyi çok seviyorum". Laflar muhtelif, şaşırtıcı, komik. "Ne okuyosun baba? Anne, annneee." Sesi neşeli, kendi neşeli. Hayat dolu bu çocuk. Allahım nazarlardan saklasın. Bize bağışlasın...

Çıkan Kısmın Özeti - 3

benim bir arkadaşım var, benim bir ara çok kızdığım. ama ben bazen herkese ve her şeye çok kızıyormuşum. bunu çok yakınımdaki insanlar söyleyince inanasım geliyor ve gelmiyor. nasıl inandıracağım onlara aslında çok kızmadığımı, kızıyor gibi göründüğüm anlarda aslında daha kızmalarımın başında olduğumu. ağzımı açtığım anda artık beni yaftaladığınız o kızgın adam referansı ile bana baktığınızı size nasıl ispatlayacağım? kaçıp saklandığım bu kovukta bulabilecek misiniz beni? çok hızlı ve zigzaglar çizerek kaçarsam önyargılı nazarınızdan kurtulabilir miyim? ben sükuneti ve barışı devam ettirebilecek hasletlerim var sanıyorum. umarım gerçekten vardır böyle özelliklerim. konu nereye geldi böyle?

benim bir arkadaşım var, yukarda bahsetmeye niyetlendiğim. ben bu arkadaşımın benim için ne anlama geldiğini -evet bir insan bazen bir anlama gelebilir, üzücü olsa bile, keyifli olsa bile- düşündüm. bu insanı seviyorum. o da beni seviyor. birbirimizde bir şey görüyor olma ihtimalimiz yüksek. başka insanlarla olan ilişkimizde göremediğimiz bir şey. ikimize özel bir şey, belki de bir şeyler...

ikimizin de eşleri var. biz konuşmaya başlayınca bazen anlamıyorlar, yakalayamıyorlar. imgeler, tümceler uçuşuyor. dokuz sene önce bir duvara sırtımızı verip elimizde köpükten mamul çay bardaklarıyla kestiğimiz ahkamların beyin kıvrımlarımızda yolculuk eden elektrik akımlarının aynı anda ve aynı noktada çakmasıyla ortaya çıkmasını anlayamıyorlar. bu bilinmezlik ve gizem bana haz veriyor. bize ortak/özgü bir dil çıktı ortaya. o dil üzerinden konuşuyoruz bazen. doğadaki seslerin dile dönmesi gibi, bazen konuşulan şeyler de doğaya geri karışıyor. paragrafsız, cümlesiz, dilsiz iletişime dönüyoruz yeniden.

birbirini yıllar önce kaybetmiş iki kardeş gibiyiz... yok, değiliz. kardeşler sıkıntılı. ayrı insanlar, biz de öyle ama kardeşler ayrılık konusunda radikal. kavgalı bir ayrılık, aykırılık, üstlük, üstünlük havası var aynı çatı altında. sevgi; yoğun, ama koşullandırılmış mı bu sevgi? karşılıksız mı? kardeş kardeşi nasıl ve neden sever? neden sevmeli? doğar doğmaz rekabete giriştiğin bir nesne değil midir? iki farklı şey her gün ve her an sürekli başka hangi kurumda birbiriyle karşılaştırılır ki, aileden başka. biri öyle, öbürü böyle, o onun gibi olmadı, bunun bunla sorunu vardı... kardeşler sıkıntılı. habil ile kabili anlamak gerek, hikayenin başında onlar da varsa, onlar böyle davrandıysa, bugün aynı şekilde davrananlara kızmamak gerek. kardeşlik sıkıntılı bir kurum. aynı acıları çekmiş olmak gerekli, aynı mücadelede yer almak, beraber saf tutmak gerekli belki, kardeşi sevebilmek için. ya da öğretilen bir şey bu, koşullandırmak demiştim. ya da gizemli bir kod var genlerde, ya da bir koku salgılıyoruz habersizce, kardeşimizi seviyoruz böylece; ama kimyasal, ama uhrevi...

kardeş gibi değilim ben arkadaşımla. arkadaş kelimesi de sıkıntılı. arka çıkan kişi. arkanı verebildiğin, arkadan vurmayacağını bildiğin. ama ironik olarak, arkanı da rahatça dönebildiğin, yüz çevirmek anlamında. kardeşine dönemezsin mesela, dostum dediğine de. yılların biriktirdiği acı tatlı anların, anıların alüvyonunda bir bereket yatar elbette. zorlu doğa koşularında bu mümbit araziye ihtiyacımız var, hayatımızı ekip biçebilmek, karnımızı ve ruhumuzu doyurabilmek için. dostların yeri önemli; arkadaş kadar uçarı ve dış kapının mandalı gibi değil. ya da kardeş gibi kesif ve yanan ocak üzerinde unutulmuş, korlaşmış ama tutulması gereken tencerenin sapı gibi de değil. dosta vefa gerek, vefa önemli.

bu durumda, benim bir dostum var. bu dostumun özellikleri saymakla bitmez. kendimizin hamurunu kendimiz yoğururken, ellerimiz bazen kazayla bazen bilerek diğerinin teknesine de karıştı. herkes hamur malzemesini evinden getirmişti, burada yoğurmaya başladık. dedim ya ellerimiz hamurlu, gözümüz başka teknelerde. biraz ondan biraz bundan derken, yukarıda söylemiştim ya, duvar diplerinde, koridorlarda, çok kar yağan senelerde, hiç yağmur yağmayan mevsimlerde birbirimizi dinledik, birbirimize anlattık. kulaklar duydu, akıl yazdı. sevmeseydik, dinlemezdik, söylemezdik. demek ki birbirimize bir tını sunmuşuz, hoşumuza gitmiş. gerisini getirmişiz...

bu benim dostum aslında benim yapmak istediğim şeyleri -aslında net bir şekilde adını koyamadığım için yapmak istediklerimi, onları hiç yapamadım. mantıklı, mantıklı...- yapan bir insan. benim rahatlıklarım onda fazla olmadığından kendisi daha çok mücadele etmeliydi. benim ve kendisinin de yaşamayı düşünmediğimiz yerlerde yaşaması gerekliydi. daha az para kazanmayı önemsememesi gerekliydi. ben daha fazla para kazanmak istiyordum, sanırım hala istiyorum. velhasılı, dostum, aslında bana da oldukça yakışacağını düşündüğüm bir mesleği icra ediyor, edecek. belki de "işte benim yapmak istediğim iş bu!" diyemediğim ama yakıştırma skalasında en çok benzemek istediğim işi yapacak.

benim dostum, şunu diyebiliyor: geçtiğimiz günlede bir iki kitap okudum, bir iki yazı yazdım dergilere vs... bunlara gıpta ile bakıyorum. benim yıllar önce kaybolmuş bir kısmım var, bu dostum o kısmımı bulmuş, yetiştirmiş, adam etmiş. bana da gururla onlara bakmak kalmış. ayrıca bu dostum bazen öyle şeyler yapıyor ki, bana sanki "bak bunların gerçeğe dönüşmesinde senin de payın var, işte şu sözcükler senin ettiklerin, duvarın dibinde, çimlerin üzerinde, lacivert tişörtünün içinde. o yüzden al, bu kızaran mayhoş yayla elmasından sen de bir ısırık al. senin de payın var bu elmada, ağaçta, bu bereketli topraklarda. sen usul usul akarak getirdin kendinden ne varsa, ondandır biraz da bu toprağın alüvyonu da bereketi de..." diyor.

dostum, benim kaybolmuş yanım. bende de onun kaybolmuş yanları vardır mutlaka. kaybetiğimiz her ne ise bazen güneşli günlerin en sıcağında, birbirimizin yüzüne bakarken ama seçemezken baktığımız şeyleri, birbirimizin yüzünde kendi yüzlerimizi görmemiz ondandır.

Gidiyorum Kızım

Gidiyorum

Antalyaya gidiyorum. Demirsporun maçına... "Bu yaşa geldin de, nedir bu halin baba" deme. Belli ki bir şeylerin değişmesi çok zor. İçin istemez, kenarların bırakmaz. Ayağına yapışır geçmişin sakızı, birilerine verdiğin ölümüne tutmaya yemin ettiğin bir söz gibidir. Ayrılamazsın ne sakızdan, ne verdiğin sözlerden...

Bu yüzden gidiyorum.
Ne verdiğim sözlerden döndüm, ne de önümden geçip giden trenlerin ardından bakakaldım...

Eğer gidecekse o tren, içinde ben de olmalıyım kızım. Her nereye gidiyorsa...

Ben de gitmeliyim kızım...

Uyumiyom, kalkamiyom

Duru büyüdü, 18. ayını doldurdu. Konuşmaya başladı, ama ne konuşma. Geveze bir insan olacağının sinyallerini verdi. Bu sabah bizim odanın kapısına geldiğinde annesine "anne kalk, saat 12" dedi mesela. Bazı kalıpları ezberliyor. Elbette kesik kesik konuşuyor, daha tam gürül gürül değil. Bir kaç aya kadar daha da ustalaşacak. "Kalkamiyom", "uyumiyom", "canım", "takkım (tatlım)", "bitanem" gibi şahane kelimeler portföyümüzde şimdiden... Geçtiğimiz hafta ilk defa kakasını çanağının içine yaptı. Daha önce çişini yapıyordu ama kaka bir ilk. Bezden kurtulmak için ilk adımı attık böylece...

gece uykusu seansımız...

saat 22:30 - 23:00 civarında duru hanımın küçük dudaklarını büzerek ve dışarıya biraz tükürük sıçratarak süt - cüt - düt benzeri bir kelimeyi gözümün içerisine bakarak söyleyip mızıldanmaya başlaması ile başlıyor gece uykusu serüvenimiz. hemen biberonumuza sütümüzü hazırlayarak koşarak duru hanıma veriyoruz. biberondaki süt bitmeye yaklaştığında ise stres başlıyor, çünkü duru'yu en az miktarda ağlatarak yani en hızlı şekilde hareket ederek ikinci biberon sütü yetiştirmemiz gerekiyor, ikinci bieronu veriyoruz, bu biberon da bitince kuzum başlıyor kafasını bir yerlere dayamaya. işte bu kafa hareketleri kuvvetli uyku emeraleri. uykumuz açılmadan hemmen duru hanımı kucağımıza alıp odasına gidiyoruz. lambayı kapatarak kuzumuzun uykuya dalmasına yardımcı olmak için ninni söylemeye başlıyoruz. ninni seansı bazen 4-5 seferden ibaret oluyor bazen ise çok çok dakikalar boyunca tekrarı gerektiriyor. hatta bazen o kadar uzuyor ki insanın içi sıkılıyor aynı şeyleri tekrarlamaktan, şarkı ya da türkü söylemeye başlıyoruz. mesela dün gece hanımefendi resmen direndi uykuya, dalmak üzereyken tek tek aile üyelerini saymaya bile başladı (anne, baba, deda, babanne, o'man dede, dede, emmii, annane diye) ve o esnada aklıma gelen şarkı, türkü, ninni vs hepsini söyledim. ancak bu akşamki uyku seansımızda yaşadıklarımıza şaşkınlığımı hala üzerimden atamadım. her zamanki gibi kuzum sütünü içti, kafasını dizime koydu, annecim uyuyalım mı dedim kollarını kaldırıp kucağıma geldi. odasına çıktık, ışığı kapattık ve ninni söylemeye başladım sadece "dandini dandini dasdana" kısmını söyledim kuzum "dadag" diyerek yatağı gösterdi, sustum, yatağa yatırdım, "ööğtü" dedi üzerini örttüm, uyudu. evet uyudu, söyleyince yine çok şaşırdım bak, hemencik uyudu kuzum. hadi artık ben de uyuyayım, darısı diğer gecelerde de aynı şekilde uyumaya diyerek, şimdilik iyi geceler...

15 Ay Bitti - Sayılar... Sayılar...

16. ay başlıyor bugün. Şu sıra uzun dönem askerlik onbeş ay mesela. Duru hayat yolunda bir askerlik süresini bitirdi. Üniversite mezunu olsa, izin de kulanmasa beş ay bir hafta yapacaktı ama daha ana okuluna bile gitmediği için onbeş ay yaptırdık ona.

Daha yeni uyandım, uyandık. Kafam bir milyon. Dün de Milli Piyango yılbaşı özel çekilişi vardı. Büyük ikramiye otuz beş milyon liraydı. O kadar para dörde bölündü. Büyük ikramiye çıkan tüm biletler satılmış, üçü İstanbul'a biri Adana'ya. Para peşimizde resmen, bir gün denk geleceğiz, mutlak...

Duru sen neler yapıyorsun?

Yürüyor, koşuyorsun, konuşuyorsun. İnsanları tanıyorsun. Anne, baba gibi isimlerin haricinde özel isimleri ile bu isimleri eşleştirebiliyorsun. "Nazo kim?" deyince annene, "Mustafa kim?" deyince bana bakıyorsun mesela. Bakıp gülüyorsun, tüm dişlerini göstererek.

Babaanneni, Osman dedeni, Kemal emmini çok nadir görsen de hatırlıyorsun. "Kemal kim?" deyince "emmiiii!"yi yapıştırıyorsun.

Özge teyzenin yeni doğmuş bebeği Bade'yi bir kere görmene rağmen "Bade kim?" deyince "bebeee" deyip, iki elini avuçları yukarı gelecek şekilde birleştirip, küçücük işareti yapıyorsun.

Anneannen senin çok zeki olduğunu söylüyor, hatta yaşına göre biraz fazla. Ben abartmayalım diyorum. Ebeveynlere göre çocukları hep ileri zekalıdır ya. Belki de ihtiyatlı olmak iyidir, belki de potansiyelini görmezden geliyorum. Sen zeki bir kızsın, bu su götürmez bir gerçek. Yine de deha olup olmadığına karar vermek için biraz erken.

Deha olmanın çok da iyi bir tarafı yok, diğer taraftan. Getirisi var, götürüsü var...

Her ne olursan ol, biz seni çok sevdik Duru. Öyle görünüyor ki, sevmeye devam edeceğiz. Hem de bu sevgimiz her gün daha da artacak. Umarım bu sevgiden dolayı aklımızı yitirmeyiz kızım...

İlk Maç!


Duru'nun ilk futbol maçı. Hem de öyle bir ilk maç ki, Adana Demirspor maçı! Bu kadar denk gelir yani. Hem de Ankara'da, Cebeci stadında. Tarih 05.12.2010. Rakip Pursaklar A.Ş.

Maç başladığı gibi bitti bu arada: 0 - 0


Kulaklara Küpe...




Anneanne, babaanne ve Selahattin dede üçlüsü bugün Duru'nun kulaklarını deldirdiler. Resmen "kız çocuğu" oldu bizim Duru...

Bahçeler


"Bahçe" kelimesinin bende bir kaç çağrıştırdığı, aklıma getirdiği bir kaç fotoğraf karesi var...

En önce babaannemin, Yeter'in bahçesi. Orada buluşulan, bayramlarda, özel günlerde, kutlama mekanı olan... Babaannemin adıyla müsemma... Şimdi bu isme bir hüzün eşlik ediyor. Aramızdan ayrılalı bir seneyi geçmiş. Yine bahçede toplanılıyor, ama ağızlarda buruk bir tad var. Doyasıya kahkaha atmak imkanı yok sanki, ne kadar da külense de acılar, hatıralar her daim akıllarda.

Bahçe kelimesinin diğer bir çağrıştırdığı da bir yerleşim merkezi olarak "Bahçe" ilçesi. Adana'ya yaklaşıldığını işaret eden bir mola yeri. Çocukluktaki yolculukların moral ve mutluluk kaynağı... O kadar sıkılıdım ki, delirecek gibi olurdum. Patlardım, patlardım... Şimdi dahi sıkıntısını hissedebiliyorum, geçmeyen saatlerin. Gurbette yaşamanın sonucudur bu. Yıllarca Konya'dan, Adıyaman'dan, Kütahya'dan Adana'ya gelişler ve dönüşler... Adıyman güzergahımızın önemli bir kilometre taşıydı Bahçe.

Yine küçüklükten, duyduğum anda beynime sanki kızgın demirlerle dağlanarak kazınan bir bahçe daha var. Ailemizin genç kayıplarından birisi, Temel amcamın içinde yer aldığı bir hatıralar silsilesinde bahçe kelimesinin yarasını hala yüreğimde taşırım mesela. Kısa bir süre tutuklu kaldığı cezaevinde onu ziyaret edişimiz... Gördüğüm en güzel gülümseyen delikanlılardan birisi... Ne konuşuldu, neler söyledi, sesi nasıldı? Hatırladığım; çok gençti... Yine hatırladığım, görüşmek için "bahçeye" çıktığımız... Üstü açık yüksekçe duvarlar, beton bir zemin, bahçe olarak adlandırılan dar bir mekan... Amcam bahçe tabirini ilk duyuğunda ağaçlıklı, yeşillikli bir bahçe zannetmiş, "meğer buymuş" dedi. Gerçekle karşılaşınca nasıl da hayal kırıklığına uğramıştır. Çıktıktan kısa bir süre sonra hastalandı, yine kısa bir süre sonra kaybetik... Bu kadar çok üzülmesinin payı var mıydı hastalığında? Bahçenin böyle bir çağrışımı daha var bende, asla unutamayacağım, her aklıma geldiğinde amcamın yıkımını ben de yaşarım...

Bir diğer bahçe; babamın evin balkonu için taktığı isim. Kahvaltısını yapar, sigarasını içmek için evinin balkonuna çıkar. Elinde mutlaka çayı vardır. Aceleden -bir an önce sigara içmek için- unutursa anneme seslenir. Çayı da geldiğinde, tamamdır: "Yaşıyorum" der içinden, "hayat bu!". Adana'daysak eğer, babam Duru'yu da çağırır yanına: "Hadi kızım, bahçeye çıkalım". Duru da katılır ona, paytak paytak yürüyerek, balkonun eşiğine gelince daha dikkatli ve özenli bir şekilde balkona girerek... Belki de Duru da bir gün "bahçe" kelimesinin kendisine çağrıştırdığı şeyleri düşünecek, belki bir yazı bile yazacak onlar için. Bir kelimenin birkaç salise içinde aklına getirdiklerinin peşine düşecek. Sonra yolları ve yılları tarayacak, yine ışık hızında. Belki benim bu yazıyı yazarken anneme sormam gibi bazı şeyleri, o da annesine soracak. Belki annesinin canı sıkılacak Duru'nun ona hatırlattıklarımdan, böyle zamansız, aniden. Belki annesi anlamayacak onun o an ne yaptığını. Bilemeyecektir ki, belki yirmi belki otuz sene önce babasının yaptığı gibi Duru da bahçe çağrışımlarının peşinde zamanda gezinmektedir. Bilip bilmeden, tarihe bir not düşmektedir. Her şey yaşanıp gitmektedir, ancak akıp giden çılgın bir nehire daldırdığımız avcumuzdaki su kadar kurtarabildiklerimiz. Bu yüzden değerlidir peşlerine düştüğümüz şeyler.

Son bahçe çağrışımı yazının en tepesinde. Bu ev Allah'ın izniyle Duru'nun büyüyeceği ev olacak. Bahçeli bir evde büyümenin hazzını yaşayacak. Terasından gördüğü manzara gibi ufku da geniş olacak.

Bahçelerde oynayarak sevgiyle büyüyen çocuklar büyüdüklerinde kötü insan olmazmış gibime geliyor. Çok mu iyimserim? Zaman gösterecek bunu...

Dedaaa

Odamda ders çalışıyordum,ki sen salonda oynarken bu nasıl mümkün olabilir ki,bilemiyorum?!:)İçeriden bir ses yükseldi,yanlış anladım sandım,sonra bi kez daha..evet doğru duyuyordum,ismimi bir insan söylediğinde hiç bu kadar şaşırmamış,bu kadar mutlu olmamış,bu kadar gözlerim dolmamıştı sanırım..

"Dedaaa,Dedaaaaa" Kuzum beni çağırıyor dedim ozaman,kuzum benle oyun oynamak istiyor!teyzecim ne kadar mutlu olduğumu anlatamam o sırada:))

Sen,hiç abartmıyorum,bir meleksin..Lepiska saçlı,boncuk bakışlı,şirin burunlu,kiraz dudaklı,her daim şiş göbekli,tombiş ayaklı,Allah'ın özenip bezenip yarattığı bir melek..

Varlığını anne ve babandan sonra ilk öğrenen insandım.. sen annenin karnındayken geceleri uyuyamazdım bazen,sana bişey olmasın,sağ salim aramıza gel diye dualar ederdim..sonra sen bi ekim akşamı(1 ekim 2009)"artık bu karanlık yerden yanınıza geliyorum!"diye benim kıyamadığım bacımı sancılar içinde bıraktın..:)

zor bi geceydi,zor bi sabah ve zor bi öğlendi,ki ben bu sırada ablamın elini tutamıyor,hacettepenin endokrinoloji bölümünde hasta bakıyordum..

akşamüzeri anneannen aradı,"geliyor"dedi..Geliyordun,ben kuş olup yanına geldim,sen ordaydın.."sonunda"dedim,Allahım sana çook şükür..

1 yıl olmuş teyzecim..senin doğumunla ben de yeniden doğdum sanki,ailemizdeki herkes gibi..hayatımıza açılan bembeyaz bir sayfa,yepyeni bir pencere,bi umut,hayata bağlanmak için bir sebep,bi melektin sen..1 yıl sonra,hayatımızın,anne ve babanın uykusuz ama dolu dolu,mutlu ve umutlu 365 gününün sonunda sen bugün çimlerin üzerinde Mini ile geziyorsun..İnsan daha ne ister ki hayattan başka?Geçen gece annen aradı,dedi ki "bu kız gecenin 1 inde Dedaaa diye bağırıyor salonun ortasında"..Yüzümde kocaman şaşkın ama zafer dolu bir gülümsemeyle bi yaş düştü yüzüme,benim seni hayatımın merkezine,gönlümün kral dairesine koyduğum gibi,senin de beni sevdiğini farkettim..Sen bize verilen hediyelerin en güzeli,en anlamlısısın meleğim..

Ömrümün geri kalanında gözümün bebeği olacaksın..

Umarım birlikte kocaman mutlu huzurlu bi hayat yaşarız..

1 yaş ne ki!ben 24 yıl yaşadım,hiçbirini senin ilk yılın kadar güzel geçirmedim..

Teyzecim,bebeğim,iyi ki varsın,sen hep mutlu ol..Seni çok ama çok seviyoruz!


SEDA BAŞIBÜYÜK

Duru 1 Yaşında - Resmen (Yazıları Az Aşağıda)


Bir Senenin Sonu, Bir Hayatın Başlangıcı...

Minik kızım Duru'nun birinci doğumgününü kutladık geçen hafta. Duru ile birlikte ekim ayının anlamı arttı. Çünkü Osman dedesinin de doğum günü 11 ekim.

Bu bir sene içerisinde neler olduğunu bu blogdan zaman zaman aktardık, ondan önceki dokuz-on aylık süreyi de. Sevinçlerimizi, tedirginliklerimizi, sıkıntılarımızı aktardık Nazife ile. Şimdi verilen emekleri göz önüne alınca Duru hanımı birinci yaşına ulaştırmanın mutluluğu var üstümüzde. Umarız daha nice yaşlara ulaşacak kızımız...

Doğumgünü öncesi ve sonrasında bir çok kereler içimden bloga bir şeyler yazmak geldi. Bundan daha önemli bir gün olamaz belki de, zira bu ilk doğumgünü... "Başardık" veya "başarıyoruz" denebilecek bir dönüm noktası belki de.

Ama olmadı, elim gitmedi. Ne yazsam bilemedim. İşlerin yoğunluğu mu, üşengeçlik mi... Hem mutluluk hem de hüzünden mi?

İyi de oldum olası "günlük yazarı" olamadım ki ben. Nazife'nin de olmadığını biliyorum. Bu durumda katı bir "günlük" disiplini sürdüremeyeceğimizden, belli ki önemli gün ve haftalarla ilgili yazılar hep geriden gelecek. Gelsin, acelemiz ne ki? Hem Neslihan teyzesi sağolsun açılışı yaptı. Çok güzel yazı kaleme aldı, hislerini aktardı. Ellerine sağlık "miniktoka"nın...

Evet, içimi döküp, zeytinyağı gibi suyun üzerine çıktığıma göre bazı satır başları aktarayım.

- Duru için iki doğumgünü tertip edildi. İkisi de çok güzeldi.

- Babaannesi Sabriye ve büyük halası Ayşegül Adana'dan geldiler. Bu ikisi başlı başına bir film resmen. Çok güldük, çok eğlendik, çok özlemişiz... Çok teşekkürler, ayaklarına sağlık canlarımın. Osman dedeyi de çok aradı gözlerimiz bu arada...

- Doğumgünlerinin ikisinde de Duru'nun yalnızca iki arkadaşı vardı. Diğerleri hap benim, Nazife'nin, Seda'nın arkadaşları ile akrabalarımızdı. Duru'nun arkadaşları ise Deniz ablanın kızları Irmak ve Yağmur'du. Yalnız bu üçlü beraber oyun oynamak için bir-iki doğumgünü daha beklemek zorunda.

- Gelenler bir sürü hediye getirdiler. Hepsi de çok zevkli ve güzel hediyelerdi. Kıyafetler, oyuncaklar... Aralarında en enteresanı halamın aldığı emaye tencere setiydi. Oyuncak olarak satılıyor ama koy sütü ısınsın, koy yumurtayı haşlasın. Isınan sapları tutmak için tutacak bile var. Şahane bir set, üstelik dış kısımları lacivert. Çok yaşa hala sen, kırk yıl düşünsem bir yaşını dolduran küçük yeğenime mini bir emaye tencere seti almak aklıma gelmezdi. Ufkumu açtın resmen...

- Duru da artık klasik sarmalın içine düştü: "Bir yaşına girdi", "bir yaşını doldurdu", "ikiden gün aldı", "doğduğunda bir yaşında mıydın sen?" "ben onu bunu bilmem, 2010 - 1981 : 29 yaşındayım", "tamam işte 30'dan gün aldın", "ya ne karıştırıyorsun aldığımı, almadığımı, 30'unu, 70'ini, gelmişini geçmişini..."

- Pastalar ve yemekler müthişti.

- Doğumgününe katılanlara günün hatırası olarak üzerinde "Duru 1 yaşında" yazan ve Duru'nun iki resmi bulunan mıknatıslı bir "şey" verdik. Buzdolabı süsü olarak da adlandırabiliriz ancak buzdolabıyla beraber her türlü metal yüzeye yapışıyor. Çok geniş bir kullanım alanı olan bir hatıra oldu yani. İlk fikir olsun, dizaynı, teslimatı olsun, her safhasını Nazife hanımın ortaya çıkardığı şahane bir hatıra oldu. Ellerine sağlık bir tanem...

Aklıma şu an gelenler bunlar. Daha da hatırlarsam eklerim.

Son olarak;

Sevgili Duru,

Seni çok seven insanların arasındaydın o gün, umarım hayatının her anında sevdiklerin seninle birlikte olur. Allah sana mutlu, sağlıklı bir ömür versin sevgili kızım.

Bir seneyi geride bıraktın. Şimdi önünde bir hayat başlıyor. Yer yer kızgınlıklar, kırgınlıklar, üzüntülerle dolu, ama vereceği mutluluklarla her daim yaşanılası umut dolu bir hayat.

Seni seviyoruz güzel Duru, olabildiğimiz kadar yanı başında olmak, hayatına mutluluk katmak istiyoruz. Umarız sen de bizi hep yanı başında istersin...