benim bir arkadaşım var, benim bir ara çok kızdığım. ama ben bazen herkese ve her şeye çok kızıyormuşum. bunu çok yakınımdaki insanlar söyleyince inanasım geliyor ve gelmiyor. nasıl inandıracağım onlara aslında çok kızmadığımı, kızıyor gibi göründüğüm anlarda aslında daha kızmalarımın başında olduğumu. ağzımı açtığım anda artık beni yaftaladığınız o kızgın adam referansı ile bana baktığınızı size nasıl ispatlayacağım? kaçıp saklandığım bu kovukta bulabilecek misiniz beni? çok hızlı ve zigzaglar çizerek kaçarsam önyargılı nazarınızdan kurtulabilir miyim? ben sükuneti ve barışı devam ettirebilecek hasletlerim var sanıyorum. umarım gerçekten vardır böyle özelliklerim. konu nereye geldi böyle?
benim bir arkadaşım var, yukarda bahsetmeye niyetlendiğim. ben bu arkadaşımın benim için ne anlama geldiğini -evet bir insan bazen bir anlama gelebilir, üzücü olsa bile, keyifli olsa bile- düşündüm. bu insanı seviyorum. o da beni seviyor. birbirimizde bir şey görüyor olma ihtimalimiz yüksek. başka insanlarla olan ilişkimizde göremediğimiz bir şey. ikimize özel bir şey, belki de bir şeyler...
ikimizin de eşleri var. biz konuşmaya başlayınca bazen anlamıyorlar, yakalayamıyorlar. imgeler, tümceler uçuşuyor. dokuz sene önce bir duvara sırtımızı verip elimizde köpükten mamul çay bardaklarıyla kestiğimiz ahkamların beyin kıvrımlarımızda yolculuk eden elektrik akımlarının aynı anda ve aynı noktada çakmasıyla ortaya çıkmasını anlayamıyorlar. bu bilinmezlik ve gizem bana haz veriyor. bize ortak/özgü bir dil çıktı ortaya. o dil üzerinden konuşuyoruz bazen. doğadaki seslerin dile dönmesi gibi, bazen konuşulan şeyler de doğaya geri karışıyor. paragrafsız, cümlesiz, dilsiz iletişime dönüyoruz yeniden.
birbirini yıllar önce kaybetmiş iki kardeş gibiyiz... yok, değiliz. kardeşler sıkıntılı. ayrı insanlar, biz de öyle ama kardeşler ayrılık konusunda radikal. kavgalı bir ayrılık, aykırılık, üstlük, üstünlük havası var aynı çatı altında. sevgi; yoğun, ama koşullandırılmış mı bu sevgi? karşılıksız mı? kardeş kardeşi nasıl ve neden sever? neden sevmeli? doğar doğmaz rekabete giriştiğin bir nesne değil midir? iki farklı şey her gün ve her an sürekli başka hangi kurumda birbiriyle karşılaştırılır ki, aileden başka. biri öyle, öbürü böyle, o onun gibi olmadı, bunun bunla sorunu vardı... kardeşler sıkıntılı. habil ile kabili anlamak gerek, hikayenin başında onlar da varsa, onlar böyle davrandıysa, bugün aynı şekilde davrananlara kızmamak gerek. kardeşlik sıkıntılı bir kurum. aynı acıları çekmiş olmak gerekli, aynı mücadelede yer almak, beraber saf tutmak gerekli belki, kardeşi sevebilmek için. ya da öğretilen bir şey bu, koşullandırmak demiştim. ya da gizemli bir kod var genlerde, ya da bir koku salgılıyoruz habersizce, kardeşimizi seviyoruz böylece; ama kimyasal, ama uhrevi...
kardeş gibi değilim ben arkadaşımla. arkadaş kelimesi de sıkıntılı. arka çıkan kişi. arkanı verebildiğin, arkadan vurmayacağını bildiğin. ama ironik olarak, arkanı da rahatça dönebildiğin, yüz çevirmek anlamında. kardeşine dönemezsin mesela, dostum dediğine de. yılların biriktirdiği acı tatlı anların, anıların alüvyonunda bir bereket yatar elbette. zorlu doğa koşularında bu mümbit araziye ihtiyacımız var, hayatımızı ekip biçebilmek, karnımızı ve ruhumuzu doyurabilmek için. dostların yeri önemli; arkadaş kadar uçarı ve dış kapının mandalı gibi değil. ya da kardeş gibi kesif ve yanan ocak üzerinde unutulmuş, korlaşmış ama tutulması gereken tencerenin sapı gibi de değil. dosta vefa gerek, vefa önemli.
bu durumda, benim bir dostum var. bu dostumun özellikleri saymakla bitmez. kendimizin hamurunu kendimiz yoğururken, ellerimiz bazen kazayla bazen bilerek diğerinin teknesine de karıştı. herkes hamur malzemesini evinden getirmişti, burada yoğurmaya başladık. dedim ya ellerimiz hamurlu, gözümüz başka teknelerde. biraz ondan biraz bundan derken, yukarıda söylemiştim ya, duvar diplerinde, koridorlarda, çok kar yağan senelerde, hiç yağmur yağmayan mevsimlerde birbirimizi dinledik, birbirimize anlattık. kulaklar duydu, akıl yazdı. sevmeseydik, dinlemezdik, söylemezdik. demek ki birbirimize bir tını sunmuşuz, hoşumuza gitmiş. gerisini getirmişiz...
bu benim dostum aslında benim yapmak istediğim şeyleri -aslında net bir şekilde adını koyamadığım için yapmak istediklerimi, onları hiç yapamadım. mantıklı, mantıklı...- yapan bir insan. benim rahatlıklarım onda fazla olmadığından kendisi daha çok mücadele etmeliydi. benim ve kendisinin de yaşamayı düşünmediğimiz yerlerde yaşaması gerekliydi. daha az para kazanmayı önemsememesi gerekliydi. ben daha fazla para kazanmak istiyordum, sanırım hala istiyorum. velhasılı, dostum, aslında bana da oldukça yakışacağını düşündüğüm bir mesleği icra ediyor, edecek. belki de "işte benim yapmak istediğim iş bu!" diyemediğim ama yakıştırma skalasında en çok benzemek istediğim işi yapacak.
benim dostum, şunu diyebiliyor: geçtiğimiz günlede bir iki kitap okudum, bir iki yazı yazdım dergilere vs... bunlara gıpta ile bakıyorum. benim yıllar önce kaybolmuş bir kısmım var, bu dostum o kısmımı bulmuş, yetiştirmiş, adam etmiş. bana da gururla onlara bakmak kalmış. ayrıca bu dostum bazen öyle şeyler yapıyor ki, bana sanki "bak bunların gerçeğe dönüşmesinde senin de payın var, işte şu sözcükler senin ettiklerin, duvarın dibinde, çimlerin üzerinde, lacivert tişörtünün içinde. o yüzden al, bu kızaran mayhoş yayla elmasından sen de bir ısırık al. senin de payın var bu elmada, ağaçta, bu bereketli topraklarda. sen usul usul akarak getirdin kendinden ne varsa, ondandır biraz da bu toprağın alüvyonu da bereketi de..." diyor.
dostum, benim kaybolmuş yanım. bende de onun kaybolmuş yanları vardır mutlaka. kaybetiğimiz her ne ise bazen güneşli günlerin en sıcağında, birbirimizin yüzüne bakarken ama seçemezken baktığımız şeyleri, birbirimizin yüzünde kendi yüzlerimizi görmemiz ondandır.